İtirafım şudur ki, kitabı alırken bir kadının yaşamında gün içinde neler yapıp neler yapmaması gerektiğini veya günü nasıl güzel değerlendirebiliriz gibi bir şeylerden oluştuğunu anlatıyordur diye düşünmüştüm. Şimdi ise önyargım ve küçücük beynimle, Zweig'ın milyon ideolojiden oluşan, olmuyorsa da yaratan dünyasında her eseri gibi bu eseri için de önce özür diliyor sonrasında da şapka çıkartıyorum.
70-80 sayfanın içine ne sığabilir ki. Zweig dünyayı sığdırmış. Gidiş, hüsran, aldanış, aldatış, aşk, tutku, çaresizlik....... Ne kadar keyifle okudum. Sanki o ruletin başında bende oturuyor krupiyerden kağıtları alıyormuş gibi, sanki otel odasında ikisini köşeden izlemişim gibi yaşadım resmen. Farklı bir dünyaya gidebilirsiniz bu kitapla.
Olaylar başlı başına bir hikaye olmasına rağmen, kitapta savaştan sonraki insan izlenimleri de mevcut. Masadaki tartışma, konularda bi yere varamama ve her ne olursa olsun savaşmanın mantıksızlığı, çünkü üzerine herşeye yeniden başlıyorlar. Tıpkı sonuçlunamayan ama yıkıntıya uğrayan bitmeyen siyasetimiz, kavgalarımız, savaşlarımız gibi.
Başrolde karşı cinsin olması ne kadar kolay olabilir ki. Bir erkek kadını ne kadar anlayabilir de hislerini böyle kaleme alabilir. Stefan Zweig bu konuda şaşkınlık yaratıyor. Ben bile kendimi hislerimi bu kadar açık ve etkileyici anlatamam ama bir erkek olarak bir kadını bu denli anlatmak olağanüstü bir durum.
80 sayfada giriş bile yapamayan kitapların aksine 80 sayfaya dünyayı sığdıran bu adamı tebrik etmekten başka bişey diyemem. Beni bu saçma dünyadan başka sebeplerle başka hayatları izlemeye götürdü. Herkese tavsiye ederim. Keyifli okumalar .