"Alt katta mağaraya benzeyen bir mutfak var. Birliğin aşçısı burada kare şeklinde kocaman elmalı tartlar yapıyor. Zemin öyle aşınmış ki aşçı hoplayıp zıplamak zorunda kalıyor. Kömür sobası harıl harıl yanıyor ve aşçı, her aşçının zamanla anladığı şeyi, işinin hiçbir zaman bitmeyeceğini, bu adamları tek bir seferde sonsuza dek doyurmanın hiçbir yolu olmadığını anlıyor sessiz bir umutsuzlukla."
Neredeyse hepsi, öldükleri takdirde postalanmak üzere yazdıkları mektuplar bıraktılar geride. Mektupların bazılarının imlası bozuk, bazılarının imlayla yakından uzaktan alakası yok, bazıları cilalı, çalımlarla dolu, bazıları yavan ve ketum. Ama hepsi aynı şeyi söylüyor temelde. "Keşke sana bunu söyleseydim. Hiç söylemedim, söyleyemedim. Anlamadığım, tuhaf bir şey bağladı hep dilimi, ve ancak şimdi, artık çok geçken söyleyebileceğim," diyor hepsi. "Aslında daha önce de çok düşündüm bunu, ama bir şey beni durdurdu. Yazacaklarım omuzlarına yük olmaz umarım, sadece bunun hep böyle olduğunu, ama sana anlatamadığımı bilmeni istiyorum." Mektupların her birindeki mesaj bu. Uzun zamandır biriken suskunluklar son mektuplarda çözülüyor.
Kelimelerden olma altın bir geleceğe inanmıyorlar. İstedikleri özgürlük yoksulluğun zincirlerinden kurtulmak. Bu, Connecticut’taki küçük çiftliğe haciz gelmemesi demek. Bu, askerin orduya katılmadan önceki işinin hâlâ onu bekliyor olması, yalnızca beklemesi değil, çocuklar büyürken de devam etmesi demek. Okulların olması demek; ya ailedeki hastalıkların tedavisine yetecek kadar para olması ya da ilaçların parasız olması demek. Askerlerle konuştuğunuzda insanı etkileyen şey içlerinden çıkan endişe. Ülke özel vekiller aracılığıyla temsil edilen özel çıkarlara mı bırakılacak? Enflasyona sırf bir iki insan zengin olsun diye izin mi verilecek? Bu askerler ayda elli dolar alırken birileri servet yapıyor mu gerçekten? Ev diye dönecekleri yer hırsla helak olmuş bir ülke mi? Eğer birileri bunların doğru olmadığını ya da ihtimal dahilinde olsalar bile gerçekleşmelerine asla göz yumulmayacağını temin etse, o zaman bizim de şarkı söyleyen bir ordumuz olurdu. Bu ordu düşmanı yenebilir, ona şüphe yok. Bunu biliyorlar ve başaracaklar, ama eve döndüklerinde yaklaşan bir iç savaş bulmak istemiyorlar.
Teğmen eğer vurulur da ölmeze silah sesini vurulduktan sonra duyacağını biliyordu, ama eğer başından vurulursa hiçbir şey duyma ya da hissetme fırsatı olmayacaktı.