You can find Bireysellik ve Kültür books, Bireysellik ve Kültür quotes and quotes, Bireysellik ve Kültür authors, Bireysellik ve Kültür reviews and reviews on 1000Kitap.
Grupların klanlar, aileler, mesleki ve irsi zümreler, kastlar vs. şeklinde katı gruplara ayrıldığı dönemlerde, bir erkek ya da kadının evlenebileceği kişilerin bulunduğu çevre göreli olarak, yani ileri ya da liberal şartlara göre dar bir çevredir. Ama bu ilişkileri şöyle bir taradığımızda ve günümüzle belli analojiler kurarak baktığımızda gördüğümüz kadarıyla, el altındaki bireyler arasından bir eş seçmek hiç zor bir şey değildi. Kişilerin ve evlilik ilişkilerinin daha az farklılaşmış olmasının muadili, erkek bireyin uygun çevre içinden neredeyse istediği her bireyi alabilecek olması, seçimini de dışsal cazibe üzerinden yapabilmesiydi. çünkü her iki taraf için de dikkate alınması gereken son derece spesifik iç itkiler veya olmayacak çekinceler söz konusu değildi.
Olgunlaşan kültür artık bu eski durumu iki şekilde değiştirmiştir. Statü gruplarının karışması, dinî engellerin kalkması, ebeveyn otoritesindeki gerileme, hem coğrafi hem de toplumsal anlamda hareket serbestliği gibi etkenler evlenilebilecek olası kişiler çevresini muazzam boyutlarda genişletmiştir. Ama bütün bunlara rağmen, bireysel seçim artık çok daha ciddi bir şeydir, bütünüyle kişinin eğilimine bırakılan bir olgu ve haktır. Bütün insanlık arasından yalnızca iki kişinin birbirleri için "yaratılmış” oldukları kanaati, 18.yy burjuvazisinin bile haberdar olmadığı bir gelişme aşamasına ulaşmıştır artık.
Bireysellik hissi deyim yerindeyse bireyin sınırlarının dışına taşmış ve kişinin, normalde kendi bireysel veçhesinin antitezini oluşturan toplumsal veçhesini kendi bünyesine katmıştır.
Etrafımız eşmerkezli özel çıkar halkalarıyla çevrilidir. Bu halkalar etrafımızı ne kadar yakından kuşatıyorlarsa, o kadar küçük olmalıdırlar. Ama bir insan asla sadece kolektif bir varlık değildir, tıpkı asla sadece bireysel bir varlık olmadığı gibi. Bu nedenle burada tabii ki sadece az ya da çok terimleri üzerinden, insan varoluşunun, birinin fazlalığından uzaklaşıp öbürünün fazlalığına yaklaştığı gelişim sürecini gözlemleyebildiğimiz tek tek belli veçheleri ve belirleyenleri üzerinden konuşuyoruz.
Bismarck bir keresinde 200.000 kişilik bir Fransız şehrinde 10.000 kişilik bir Alman şehrinden çok daha fazla dar kafalı kasabalaşralılığı olduğunu söylemiş ve bunu Almanya'nın çok sayıda küçük eyaletten oluşmuş olmasıyla açıklamıştı. Göründüğü kadarıyla, çok büyük devlet yerel cemaatin zihinsel olarak belli bir kendine yeterliliğe ve yalıtılmışlığa sahip olmasına izin vermektedir: nispeten küçük bir cemaat bile kendini bir bütün olarak görüyorsa, kasaba taşralılığının alameti farikası olan o takıntıyı, yani küçük meselelere çok önem verme tavrını sergileyecektir. Daha küçük bir devlette, cemaat kendisini daha çok bir bütünün parçası olarak görebilmektedir; kendi üzerine o kadar kapanmış değildir. Cemaat o kadar çok bireyselliği haiz olmadığı için, bireylerin içeriden zorla aynılaştırılması tutumundan (farklara yönelik psikolojik duyarlılığımız yüzünden, en küçük ve en önemsiz olay ve çıkarları bile daha çok fark edilir hale getiren bir tutumdur bu) vazgeçebilmektedir.
Dar bir çevrede kişi bireyselliğini, kural olarak, sadece iki şekilde koruyabilir. Ya çevrenin liderliğini yapar (güçlü kişiler bu nedenle bazen "köyün bir numarası" olmayı severler) ya da onun içinde sadece dışsal olarak varolur, bütün önemli meselelerde ondan bağımsız kalır. Bu ikinci alternatif ancak büyük bir karakter sağlamlığına sahip olmakla ya da eksantriklikle mümkündür ki bu özelliklere de en sık küçük şehirlerde ve kasabalarda rastlanır
Bir Fransız Almanya'daki kulüp düşkünlüğü konusunda şöyle de mişti: "Almanları bir yanda sadece devlete bel bağlamamaya, diğer yandan da sadece kendilerine bel bağlamamaya alıştıran şey budur. Onların kendilerini kendi özel çıkarlarına hapsetmelerini ve genel çıkarı ilgilendiren bütün meselelerde de devletten medet ummalarını önler." Yani, burada tersten şu söyleniyor: En bireysel olana yönelik bir eğilim ve en genel olana yönelik bir eğilim vardır, ama birbirinden keskin çizgilerle ayrılmış özel yapılar içerisinde bunların ikisi de tatmin edilemez; kulüp ikici dürtü parçacığını belli bir füzyona tabi tutarak tatmin eden ara bir yapı oluşturur.
Bir kişinin vücut kokusunu koklamak bütün algıların en mahremidir: Bu koku gaz halinde duyusal iç varlığımızın derinliklerine nüfuz eder, deyim yerindeyse. Bununda genelde koku izlenimlerine karşı hassasiyetin artmasıyla birlikte, modern bireyin sosyolojik ihtiyatlılığının duyusal temellerinden birini yaratan bir seçme ve mesafe koyma işlemine yol açması gerektiği açıktır. Nietzsche gibi fanatiklik derecesinde dışlayıcı bir bireyselliğe sahip birinin, nefret ettiği insan tipleri konusunda sık sık "iyi kokmuyorlar” demesi bunun tipik bir örneğidir.