Rabb'imizin Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilen isimlerinden biri Vedüd'dur. Hüd suresinin 90'ıncı ayetinde ve Burûc suresinin 14'üncü ayetinde geçen "Vedûd"ın manası dikkat çekicidir: "Çok seven ve çok sevilen. Hem kullarını çok seven hem de kulları tarafından çok sevilen. Kullarına olan sevgi ve şefkatinden dolayı onlara ihsanını bol bol veren, kulların da kendisine severek ve bol bol ibadet ve şükrettiği..." Tek bir kelimede böylesine derin bir anlamın yüklü oluşu, Kur'ân'ın sayısız mucizesinden yalnızca bir tanesidir.
Sevgili Peygamberimiz, müezzini Bilal'den kamet getirmesini isteyeceğinde, ona "Haydi, kalk kamet getir." demezdi. Ne derdi biliyor musunuz? "Bizi rahatlat ey Bilal!" Yani, namaz Sevgili Peygamberimiz için bir rahatlama, gevşeme, huzur ve mutluluk vaktiydi. Günlük hayatın sıkıntılarından ve yaşadığı zorluklardan kaçmak için Sevgili Peygamberimiz namaza durur, Rabbimize kendisini arz eder, uzun uzun kıyam, rükû ve secde ederdi.
Namaza biz de bu şekilde bakabilirsek, Rabb'imizin emrettiği bu muhteşem ibadeti hakkıyla ve zorlanmadan yerine getirmeye başlarız.
İbadetlerin bize zor gelmesi ve yük gibi değerlendirilmesi, çoğu defa emredilişindeki hikmeti bilmemekten kaynaklanır. Gerçekten de sebebini ve arka planını bilmediği bir şeyi yapmak, insana saçma gelir. Namazı "mecburiyet" olarak algılanması da böyledir mesela. Ama insan namazı bir mecburiyetten çok, kalbinin ve bedeninin huzuru için Allah tarafından verilmiş bir "şefkat hediyesi" olarak görebilse artık onun için her şey bambaşka bir anlam kazanacaktır.
Sayfa 39 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
İnsan namaz kılarken ne okuduğuna dikkat etse Fatiha’dan başlayarak sure ve duaların anlamlarına da çalışsa artık namaz onun için “sıkıcı bir mecburiyet” olmaktan tamamen çıkar. Allah’la konuşmaya, O’na kendini arz etmeye ve O’nunla muhasebeye dönüşür.
Allah katından takvadan daha büyük bir üstünlük yoktur. Allah katında en üstünlerimiz, O'ndan en çok korkanlarımız ve O'na karşı sorumluluklarını en fazla yerine getirenlerimizdir.
Bir insan, etrafına faydalı olmak ve hayat vermek istiyorsa önce kendisi fayda ve hayat dolu olmalıdır.
Kendisi sağlam, dürüst, derinlikli, bilgili ve ahlaklı olmayan bir insanın, çevresine fayda sağlaması da imkânsızdır.