"Siz Mehmed’i tanımazsınız," dedim. "Rencide olmuş bir delikanlı gururunun nelere muktedir olabileceğini, İmparatorluklar yıkabileceğini düşünmediniz mi? İki kerre tahttan indirildi, unutmayın. İhtirasının hududu yok. Uğradığı hakareti silebilmek için gelmiş geçmiş bütün kumandanlardan daha kudretli olduğunu dünyaya ispat etmek azminde. Konstantinople onun kudretinin ispatı olacak. Bu şehri ele geçirmek için senelerden beri plânlar çizmekte, uykularını feda etmekte. Babasının ölümünden evvel bu şehrin duvarlarının plânlarını o ezberlemişti. Her bir kuleyi avucunun içi gibi bilir. Buranın yolunu gözü kapalı bulabilir. Delikanlı iken kıyafet değiştirerek bu şehre geldiği, sokaklarında dolaştığı rivayet olunur. Rumca konuşur, ortodoksların dinini ve kurallarını bilir..."
Düşüncelerim yollarını şaşırmış kuşlar gibi kafamın içinde uçuşmakta. İnsanları bu düşünce keşmekeşine sürükleyen ve bir daha da kurtulmasına imkan olmayan şeyin acaba sebebi nedir?
Söndürülmeyen bir ateş insanlığı kasıp kavurmakta. İnsan zekasının bulduğu bu ateş topların ağzından fışkırmakta. Ben insanlığın özgürlüğüne inanıyorum- Bilginin özgürlüğüne. Başka bir şeye inanmam!
Kaderin karanlık bulutları üzerimize çöktü. Önümüzdeki günlerin dehşeti ağır bir taş gibi yüreğimize basmakta, konuşacak halimiz yok, gırtlağımız düğüm düğüm.
Sana öğretilen değerlerin birer hiç olduğunu bilmeni istedim. Zenginlik, yoksulluktur; kudret korkudur, şeref ve alçaklık; bilgi ve cehalet, çirkinlik ve güzellik, iyilik ve kötülük bunların hiçbirinin değeri yok. Önemli olan bizlerin olmak istediğimiz, ve kendimizi inandırdığımız şeklimizdir. Yeryüzündeki tek günah, desisedir; Yani gerçeği bilip de, onu tahrif ederek yaymaktır. Ben bütün bunlardan sıyrıldım. Ben artık bir hiçim. Fanilerin erişebileceği en yüksek mertebeye ulaştım. İşte benim sana verebileceğim bundan ibaret.