Ali Rıza, Düyun-u Umumiye'deki memuriyetinden ayrılmış ve kereste ticaretine başlamıştı. Mustafa'nın tüccar olmasını istiyordu. Zübeyde ise, onun bir din adamı olarak yetişmesinden yanaydı.
“Birer akbaba kadar açgözlü olan Hıristiyan güçler, büyük bir iştahla imparatorluğun sonunu gözlemekteydiler. Birbirlerinden çekinerek de olsa, tohumlarını ektikleri akla ziyan Dünya Savaşı felaketi öncesinde, her birinin haset dolu gözleri, diğerlerinin üzerindeydi. Bu güçlerden hiçbiri ülkeyi işgale cesaret edemedi. Kızıl Sultan Abdülhamit Boğaziçi’ndeki sarayından kurnazca bir ulusu diğerine karşı kullanırken, can çekişmekte olan Osmanlı imparatorluğu da yaşamını böylece sürdürmekteydi.
1877’de bütün bunlara bir son vermek kararına varan Rusya, savaş ilan etti ve İstanbul’un on beş kilometre yakınına dek ilerledi. Disraeli’nin başkanlığındaki Berlin Kongresi’nde tüm Avrupa, Rusya’dan geri çekilmesini talep etti: Osmanlı imparatorluğu’nun toprak bütünlüğü korunmalıydı.
Dört yıl sonra Ege Denizi’nin kuzeyindeki Selanik kentinde bir Türk olan Ali Rıza ve karısı Zübeyde’nin Mustafa adını koydukları oğulları dünyaya geldi.”