Kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar...
“ Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu.” Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupa’lıyım ” demeğe başladı, “ Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.”
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına: “ Hayır delikanlı “ diye fısıldadılar, “ Sen bir az gelişmişsin.”
Ve Hristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “ nişan-ı zîşân “ gibi gururla benimsedi aydınlarımız.
Avrupa, Osmanlı ülkesine papaz ihraç eder. Hıristiyanlığa
davet için mi? Ne münasebet. Tek emeli, Osmanlı’yı
dinsizleştirmektir. Dinsizleştirmek, yani “etnik bir toz” hâline
getirmek.
Bir kelimeyle: dinsizlik, Batının yükselen sınıfları için ne
kadar hayırlıysa, bizim için o kadar meşumdur; onlar için
ilerleyiş; bizim için çözülüş ifade eder,
Ağaç köküyle yaşar, insan da öyle... Biz ise maziden koptuk, istikbale bağlanamadık. Türkiye bütün kütüphaneleri yakılan, bütün mazisi imha edilen, 600 yılı cerrahi bir ameliyatla içtimaî uzviyetinden koparılıp atılan bedbaht bir ülke.
Ben putperest değilim, kitaba tapmıyorum; içindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki göz yaşı, içindeki tecrübe, içindeki Tanrı çekiyor beni.