Öncelikle Rus yazarların klasiklerini okumak beni hep ürkütmüştür. Nedeni ise karakterlerin hemen hemen hepsinin bir uzun bir de kısa fakat birbiriyle benzeşmeyen isimlerinin olması. Benim gibi hergün bir miktar okuyanlar için bu içinden çıkılmaz bir problem. Kim kimdir anlamak çok zor.
Buna rağmen Budala'yı okumaya karar verdim ve korktuğum başıma gelmedi. İsimler çok karmaşık değildi ve içlerinde kaybolmadım. Ancak roman benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Oysa ilk bölüm, yani Prens Mişkin'in Rusya'ya döndüğü ve orada kendine bir yer edinmeye çalıştığı ilk bölüm hikayenin akışı, karakterlerin tanıtımı gibi açılardan son derece akıcı idi. Ancak ne olduysa (artık bana mı yoksa yazara mı) ikinci bölümden sonra akış tamamen kontrolden çıktı. Öncelikle 6 aylık bir zamanda atlama ile Prens'in cemiyete adaptasyonunu ve gizemli Nastasya ile yaşadıklarını tam kavrayamadım. Devamında da ilgili ilgisiz karakterlerin bipolar nitelikteki duygu git-gelleri beni romandan kopardı. Bir karakter aynı sahnede birden çok heyecanlanıp bir sonraki anda gayet sakin olarak tasvir edildikçe ben bu iniş çıkışları takip edemedim. Romanın sonu da bir o kadar kötü kotarılmış geldi bana.
Dostoyevski gibi bir yazarı eleştirip, bilenen bir eserini yerebileceğimi düşünmezdim. Belki de romanın edebi kalitesini anlamayacak kadar budala olan benimdir.
Bu satırları ülkemdeki felaketi uzaktan ızdırapla ve çaresizlikle izlerken, kitap okuyabilmek ve eleştiri yazabilmek lüksüne sahip olmanın utancıyla yazıyorum. Zor durumda olanlara ve yakınlarını kaybedenlere kolaylıklar ve sabırlar diliyorum.