.
~ Kasım 1919 ~
Yağmurlu, kül rengi bir akşam...
Her şey eski bildiğince yürüyor.
Kuruyan ağaç.
Yalnız odam.
Ve de eski portreler
Ve açılan kitap...
Sıkıntı sızıyor döşemelerden
Ve de ruhumdan.
.
.
Tıpkı şu anki gibi yağan yağmurları
Saf bir hüzünle seyrederek geçen saatlere
Yürüyordu köy yolunda
Kırmızı Başlıklı Kız...
Masal bitti. Dalgın, düşünüyorum
Sevdamdan kaynayan bir gözenin önünde,
Ey Tanrım kaybolmalı, yitip gitmeli mi acım
Yaprakların kaybolan tatlı mırıltısı gibi!
Yağmur yağıyor hâlâ
Rüzgâr götürüyor karanlığı.
.
.
Uyusam, bir an uyusam,
bir an, bir dakika, bir çağ uyusam;
ama bilsinler ki ölmüş değilim;
altın bir ağıl var dudaklarımda;
Batı rüzgarının küçük dostuyum;
sonsuz gölgesiyim gözyaşlarımın.
.
.
Gecenin rüzgârını iç çekerek ürperten
sınırlardaki gümüş tayf rahat vermez bana,
gri eliyle eski yaramı açar yeniden,
sonra uzaklaşır, kalırım soluk soluğa.
.
.
Maviliğin Lucifer'idir
Deniz.
Işık olmak arzusuyla
Düşmüş göktür.
Gök kubbenin erincini
Tanıdıktan sonra
Ölümsüz devinime
Hükümlü bir biçaredir deniz!
...
...Ve de zavallı insan
Zavallı bir melektir.
Ve kuşkusuz yeryüzü
Kaybolmuş bir Cennet'dir.
.
.
Köyün eski meyhanesinde
Susmuş hüzünlü müzik,
Ve yıldızların en yaşlısı
Sazını sessizce bir yana koymuş.
Oturmuş vadilerin koyağına rüzgâr.
Yapayalnız bir kavak
—Sonsuz, saf bir ovanın
Pisagor'u—
Yüz yıllık eli ile
Tokat atmak istiyor ay'a
.
.
Eğer sönerse umut ışığı
Yeniden başlarsa Babil
Hangi çıra aydınlatır
Bu Dünyada yolumuzu?
Yalnızca bir sanrı ise mavilik
Neye döner masumluk?
Neye döner yüreğimiz
Aşkın okları olmasa?
.