Şiir dedikleri, ruhunuzun münzevi derinliklerindeki yalnız, elleri üşümüş, kırgın, sevilmeye muhtaç "o" çocuğun oyuncağıdır. Oyuncak derken, 40 yaş üstü kıymetli dostlarım yanlış anlamasın. Oyuncak bir çocuk için Cumhuriyettir. Öylesine değerli, öylesine gizil, öylesine önemli. Ben oyuncağımı buldum, Şükrü Erbaş. Yıllardır adımladığım ve bazen koşup yorulduğum yollarda bir şair arıyordum, gölgesini üstüme örtüp dünyanın tüm pisliklerinden arınmak adına; buldum.
Şiirde kibiri(ego değil), yüksek perdeden acılarından nemalanmayı, on dizenin dokuzunda vurucu anlamsal dizgiyi oldum olası sevemedim. Ben Şükrü Erbaş' ı sevdim.
Diğer yandan en ünlü şairlerin tüm şiirlerini de sevemedim bir türlü (ki beğenme oranım oldukça düşüktür, üzgünüm.) Şükrü Erbaş' ın beğenmediğim şiirleri iki elin parmaklarını geçmez.
Ve ben bu dünyada olup biten her şeyin şiiri yazılamaz diye düşünürdüm. 29 undan sonra da insan öğreniyor Sayın Erbaş. Teşekkür ederim.
Öğretmen servisinden köye gitmemiz yaklaşık 30-35 dakika. Bu yol her gün gidildiğinde, izafi bir zamanda bazen 10 saattir bazen 10 dakika. Sadece 10 dakika. Sadece 10 dakika.
Bazen bencilce bir düşünce alıyor beni. Bu küçük dünyamızda bazı şairler, yazarlar; insanı olgunlaştıran o acıları ya hiç yaşamamış olsaydı (?)