Büyük Bir Devletin Doğuşu: Osmanlılar (1300-1481)

Ernst Werner
Selçuklu Mirası
"Dede Korkut'un destan kahramanları, sonradan yerlerine camiler inşa ettirdikleri kiliseleri zevkle tahrip ederler, ellerine geçirdikleri rahipleri kılıçlarına amansızca kurban ederlerdi." Burada yazar kaynak olarak Kitab-ı Dede Korkuttan sayfa 48'i gösteriyor okumadığım için fikir belirtemiyorum fakat devamı için birazdan elimden
Sayfa 54
Şeyh Bedrettin, panteist-materyalist bir dünya görüşünden yanaydı: “Cehalet döneminde insanlar elle tutulur gözle görülür putlara inanıyorlardı. Şimdilerde ise gönüllerini görünmez putlara verdiler.” İnançtan çok aklın mantığına güveniyordu: “Umarım ki Tanrı gerçeğin örtüsünü kaldırır ve insanlar da ona inanma fırsatını bulurlar. Şunu bilin ki,
Reklam
Fakirlik ("fakr") sözcüğü, yetinmeci ve çileci (zühdî) sufî idealinin etkisiyle yeni bir statü kazandı. Dilenciler artık melike eşit, hatta ondan yüksek görünüyorlardı. Fakirler, kendinde olmayan, ama beyin sırtına yük olan dünya mallarından kurtulmuş, özgür ve insanları ezme ve sömürme günahından arınmış hissediyorlardı kendilerini. Dilencilik eden sufiler bazen herkesin baş belası halini alıyordu. 13. yüzyılda İran'da yaygınlaşan şu sözler durumu daha iyi anlatır : "Allah, kapımızı üçünden de korusun: Adlarını söylemek gerekirse akrep, sufi ve fare."
Sayfa 83
Selçuklu Mirası
(12. ve 13. yüzyıl) Evlenme eski törelere göre gerçekleştirilir, ayrıca falcılık da önemli bir yer tutardı. İslami dönemlerde Levirat* ve Sororat,** poligami ve boşanma ve boşanma törelerini de korudular. *Levirat : Bir erkeğin, çocuksuz ölen erkek kardeşinin karısı ile soyunu sürdürme amacıyla evlenmesi. **Sororat : Karısı ölen erkeğin, karısının küçük kız kardeşi ile evlenmesi.
Selçuklu Mirası
İbn Bîbî, araştırmacıların farklı biçimlerde yorumladığı iğdişan birliğinden ve onun kumandanı olan iğdişbaşından söz eder. İğdiş sözcüğünün "hadım edilmiş"in yanı sıra diğer bir anlamı da "melez"dir. İ.H Uzunçarşılı, buradan "iğdişbaşı"nın devşirme usulüyle oluşturan bir birliğin başı olduğu sonucuna varır. Cl. Cahen ise, onun yerel ve kentli bir aristokrat olduğu ve Sultan tarafından gerek Hristiyan ve gerekse Müslüman kentli halkı denetim altında tutmakta kullanıldığını ispat etmiştir. Elimizde devşirmeliği kanıtlar hiçbir bilgi yok, bu birlik yeniçerlerin atası sayılamaz.
Sayfa 65 - Kaynak, Cahen, Cl., Turkey
Oruç (Uruç) bin Âdil’de şunları okuyoruz: “Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedreddin kazasker olduğu zaman, yanında Börklüce Mustafa denen bir kethüdası vardı. Kendisine şeyh dediği sürece en ileri gelen müridi ve halifesi oydu. Bu Börklüce Mustafa Karaburun’da şeyh oldu ve ortalığı karıştırmaya başladı. Aydıneli’ni kendi yanına çekti. Kendisinin –Allah
Reklam
Gel, saki, beri gel! Boşaldı kadehimiz, doldur şarabı Işıyan bakışlarında beni şarap gibi içiver İç ki, derdinden güzelce soyunsun yüreğim
Sayfa 115
Mevlana’nın ve tarikatı kuran oğlu Sultan Veled’in gerçekten de şarap içip içmediklerini, Müslümanlığın bu yasağını açıktan açığa çiğneyip çiğnemediklerini kestirmek kolay değil.338 1320’de ölen Mevlevi Ulu Arif Çelebi içerdi, ancak böyle yapmakla müminler arasında tepki de yaratırdı. Dünyevi şiir geleneğinde meyhane, insanların kendilerini dünyanın dertlerinden sıyırdıkları kaçış mahalli sayılır. Söz konusu ozanlar, duruma kuşkuyla yaklaşan Ortodokslara karşı kendilerini güvenceye almak için şarabın mistik simgesini ve aşk motiflerini kullanmışlardır. Şair Ahmedî, ibadet için meyhanenin camiden çok daha uygun bir yer olduğunu belirtiyor: Eğer yer ve gök Allah’ınsa, neden burada ibadet etmemeli. Sevenler için ibadet yeri meyhanedir. Oraya içi temiz olanlar gider. Meyhanede ne sahtekârlık vardır ne yalan. Allah’ı aşağılamak istemeyenler meyhaneye gitmelidir. Çünkü ne kadar sahtekâr, kâfir ve imansız varsa hepsi şeriatın çatısı altında toplanmıştır.
Yoksulların ve sıradan savaşçı erlerin korunmasının koşulu daima hizmet ya da fidye biçiminde haraçtır
15. yüzyılda kölelik Osmanlılarda hâlâ bir rol oynuyor muydu? [97 –Y.Ö.]. Hem evet hem hayır. Üretimin tarım ve zanaat kesiminde hayır. Ama ev ekonomisinde ve ticarette kölelik özellikle Fatih döneminde büyük önem taşıyordu. Batılı gezginlerin raporlarında Bursa’daki büyük köle pazarlarından söz ediliyor. Köleliğin acı kaderine kendisi de
Reklam
Mevlana’nın Mesnevî’si Yeni Platonculuğun büyük etkisi altında pek az düşünsel özgünlük gösterir.369 Merkezcil sorunlar maddi’den manevi’ye doğru gelişme fikri çevresinde dolanır. Eser, daha yüce bir yaşamın ön koşulu olarak yok-oluşma’nın sırlarını tüm çeşitlenmeleriyle şiirleştirmektedir: Bu ön koşullar, örneğin tanrısal özelliklere
Karl Marx
“Göçebe bir çoban aşireti için ... yeryüzü (toprak), tıpkı öteki doğa koşulları gibi, onlara uçsuz bucaksız tekdüze bir şey olarak görünür... Mülkiyetini kendilerine bağlamak istemedikleri halde, ona, toprağa karşı kendi mülkleriymiş gibi davranırlar. Gerçekte mülk edinilen yeniden üretilen şey ise (toprak) değil, yalnızca sürüdür, çünkü topraktan konaklama mahallerinde topluca ve geçici olarak yararlanılır.”
Bence “Asya tipi üretim tarzı” kavramı, feodal üretim ilişkilerinin oluşumunu tahlil ve sergilemek açısından kesinlikle gereksizdir.4 Osmanlı türü Doğu feodalizmi tıpkı Avrupa feodalizmi gibi şu özellikleri tadıyordu: Köylük bölgelerin şehir üzerindeki, tarımın zanaat üzerindeki, bir azınlığın toprak tekelinin bağımsız üretimde bulunan küçük köylü çoğunluğu üzerindeki hâkimiyeti, büyük toprak mülkiyetinin hâkimiyeti altında küçük üretim, içte sürekli sınıf mücadelesi ve hâkim sınıfın bir hizmet aristokrasisi (sipahi) vasıtasıyla dışarıya genişleyerek yayılması. Osmanlı türü Doğu feodalizmi, evrensel tarihî gelişme çizgisine organik olarak bağlıdır, tarihî mantığı vardır ve insanlığın gidişinde tarihî bir yere sahiptir.
Marx ve Engels, “Asya tipi üretim tarzını coğrafi bakımdan belirlenmiş bir toplumsal oluşum olarak değil, insanlığın evrensel tarihi gelişmesinde bir çıkış biçimi” olarak anlıyorlardı. [İlkel toplumdan çıkış kastediliyor –D.P.] Marx, M. M. Kovalevski’nin bir kitabı hakkındaki yayınlanmayan notlarında, Hindistan’la Bosna ve Hersek köy toplumları arasında ve aynı şekilde Hindistan’la Orta Çağ Alman, İngiliz ve Fransız köy toplumları arasında paralellikler kuruyordu. Marx, böylece Batı ve Doğu’da tarihin aynı tipte bir gelişme gösterdiğini vurgulamak istiyordu.2 Bu nedenle Marx, “Asya tipi” derken, bununla bütün bir toplumsal oluşumu değil, bir üretim tarzının somut bir özelliğini vurgulamak istiyordu
nasıl bir çeviriyse olayların içine sürüklüyor adeta tarih romanı
“Sultan Mehmed’in ordusu Ankara’da toplanmıştı. Amir Bek geri dönmek istedi, ama Karamanoğlu bunu önledi ve dedi ki: Sultan benim bütün ülkemi elimden aldı, şimdi geri vermeli, o zaman Amir Bek ordusuyla Ankara’ya doğru yola koyuldu. Orada karşısındaki orduyla savaşa tutuştu, yenildi. Askerleri de kaçtı, Hasan’ın sürüleri, düşmanın yörelerinde Moğolların yaptıklarına benzer zulüm ve vahşette bulundular. Tokat kentini yerle bir edip halkını işkenceyle öldürdüler. Yenik düşen Akkoyunlu birlikleri Hasan’ın öğüdü üzere Suriye’ye sığınmaya çalıştılar, “çünkü onlar bizim dostumuz.” Ancak Suriyelilerin bu Türkmen yığınlarına hiç de sempati besledikleri yoktu, hatta onları soyup soğana çevirdikten sonra Halep’e yollayıp bir mağaraya tıktılar “ve orada hayvanlar gibi doğradılar.” “Batı Avrupalıların 16. yüzyıl sonlarına kadar Türk despotluğuna Asyalının direnme gücü olarak gördükleri Karamanlılara karşı Mehmed ilk darbeyi 1473’te indirdi. Karamanoğlu, Sultan’a teslim olmaktan başka çare bulamadı. Mehmed ikinci bir darbeyle Hasan’ı Doğu Anadolu’dan fırlatıp attı. 11.8.1473’te Mehmed onun ordusunun hemen hemen tümünü başkentte yok etti. Akkoyunlu ordusunda topçunun olmayışı ve örgütlenmesindeki köhnelik yenilginin baş nedeniydi. 1475’teki ikinci bir yenilgi Şah’ın tüm yayılma planlarını mezara gömdü.”
Resim