Uzun bir zamandır ilgimi çeken bir seri olmasına rağmen kitap kalınlıkları ve konunun ağır işlendiğine dair aldığım uyarılar nedeniyle seriye geç başladım.
3 kitaplık bir serinin ilk kitabı olan Cadıların Keşfi, anlatım olarak ağır tempoda başlıyor. Ama en az 200 – 300 sayfa sonra (tabi o kadar sabredebilmek önemli) nasıl bitti kitap anlamadım. Cadılar, vampirler, iblisler ve daha farklı nice yaratıkların dünyasına giriyoruz. Spoiler!!!
Diana Bishop, asıl kimliğini kabul etmeyen, araştırmayı seven başarılı bir akademisyen. kökeni cadı ailesinden gelen Diana’nın Bodleian Kütüphanesi’nde istemsiz bir şekilde büyülü bir el yazması bulmasıyla (daha doğrusu el yazması Diana’yı buldu da diyebiliriz) hayatı tamamen belirlediği rotadan çıkıyor. Ve yeni girdiği yolda tahmin edemeyeceği kadar düşman yaratıklar edindiği gibi en büyük destekçisi farklı bir soydan olan akademisyen vampir Matthew oluyor. Aslında Diana ile Matthew’in bu süreçte nelerle karşılaştıklarını, neler yaşadıklarını da uzun uzun anlatmak istesem de fazla detaya girip spoiler vermeyeyim dedim.
Yazar ne kadar detaya girmiş olsa da (ki ben fazla ayrıntı içeren kitapları sevmem genelde) olay örgüsü sağlam ve fazlasıyla merak uyandırıcıydı. Öyle ki Cadıların Keşfi bittiği gibi vakit kaybetmeden serinin ikinci kitabı olan Gecenin Gölgesine başladım hatta yarıladım bile. Fantastik öğeleri sevenlere kesinlikle tavsiye ederim.