Eğer, kendinizi başkalarına sevdiremeden seviyorsanız, yâni seven bir kişi olarak ortaya çıkışınızla, kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız, o zaman aşkınız güçsüz ve talihsiz (hasta) bir aşktır.
Marx, insanı, tutsaklık zincirlerinden, yabancılaşma sürecinden ve ekonomiye köle olma kaderinden kurtarmak istemiştir...Marx'ın aradığı, siyasal gücün (devletin) hangi yoldan ele geçirileceği değil de, halka nasıl inileceği, onun güveninin nasıl kazanılacağı sorununa bir çözümdü...bu işi, dehşet korkusunun desteklediği yarı hipnotik ve demogojik bir ikna yöntemiyle değil de, gerçeği ortaya koyup, insanlardaki gerçek duygusuna seslenmeye çalışarak yapmıştır. Marx 'ın “gerçek silahının altında yatan varsayım Freud’unkine benzer: İnsanoğlu bir hayaller dünyasında yaşar; çünkü hayaller, gerçek hayatın sefaletini dayanılabilir hale getirmektedir. Eğer insan, bu hayallerin neler olduğunu anlayabilirse, yani yarı uyku halinden uyanıp kendine gelebilirse, kendi gücünün sınırlarını görebilirse, gerçeği öylesine değiştirebilir ki, artık (öyle bir dünyada) hayallere ihtiyaç duymaz. “Yanlış bilinçlenme , gerçek olmayanın gerçek imiş gibi algılanması, insanın yaratıcı gücünü kısıtlar. Gerçeği görmek, onu olduğu gibi kavramak ise insanı güçlendirir.