Adnan Özyalçıner, öykülerini İstanbul surları ve çevresindeki kenar mahalleler üzerine kuruyor. İlk bölümde 1940'lı yılların 2. Dünya Savaşı zamanlarında eski İstanbul atmosferini, savaşın yığdığı zorluk ve kaygıları, fabrikaları, yoksul mahalleleri sade ama aynı zamanda titiz bir dil işçiliği ile önümüze seriyor yazar.
Dokumacının Ölümü kitap içerisinde en çok beğendiğim öykü oldu. Dokumacının fabrikadaki makinası ile bağı, makinada dokuduğu iplik ile dokumacının hayatının özdeşleştiği derinlikli anlatım adeta büyüleyici.
Özyalçıner, ağdalı tasvirler ve içinden çıkılmaz metaforlara yaslanmadan okuru, yarattığı atmosferin içine kolayca sokabilecek pürüzsüz bir dil oluşturmuş. Tıpkı dokumacı ustasının gayretindeki o kumaş gibi.