İnsanların huzur içinde belki soğuk, belki sıcak, belki yerde belki de lüks bir yatakta huzurlu ve tüm düşüncelerinden sıyrılmış rahat bir beyinle yattıkları şu saatte, ben kendimle savaşıyorum.
Şimdi çok nedeni vardı yaşamak için.
Sevmek, şefkatle ağlamak, katıla katıla gülmek, özlediklerine sarılmak, çiçekleri yapraklarından öpmek ve dahası... Bir yığın nedeni vardı.
Huzur, kabullenmek miydi? Aslında fark etmekti. Neyi mi? Mükemmel olmak zorunda olmadığını...
Hatalar asla bir bataklık değildi. Olsa olsa tertemiz yağmurun toprakla buluşma sevincinin size sıçramasıydı. Asıl bataklık, her şeye gücü yeteceğini sanıp kollarının zayıflığını görmezden gelmek ve elindeki yükleri inatla bırakmamaktı. Asıl bataklık, ümitsizlikti. Mehmet Akif'in deyimiyle "Atiyi karanlık görmek"ti.
Gülümsedi. Gözlerini kapadı ve huzuru bir nefes gibi çekti içine. Gönlü şükür duygusuyla dolu, kıpır kıpırdı...
Keşke herkes anneciği gibi olsaydı. Sorgusuz sualsiz sevseydi onu ve her şeye rağmen hep yanında olsaydı. Fakat ne acıdır ki gerçek dünya böyle bir yer değildi ve insanların birbirlerini sevmeleri için sebeplere ihtiyaçları vardı.
Bu dünyada sevilebilmek için önemli bir insan olmaya gerek olmadığını, herhangi bir yerde, herhangi biri olarak gururlu ve mutlu yaşanabileceğini öğrendi...