Karaciğerim olur ise musap
Yedirmezler sana pilavla kebap
İçirmezler, rakı, bira, şarap
Sofralar maideler sanki serap
Dizilir karşına yağlı börekler
Kompostolar, filetolar, biftekler
Ekli memnu meyvelerden hevenkler
İnsafsızdır pek o tabip frenkler
Verirler evvela bir parça ayran
Vücudunda biter hayat-î derman
Sonra yoğurt daha sonra süt her an
Gelir önüne her gün tabak tabak
Sade su da pişmiş tatsız kabak
İster ye ister seyrine bak!
İnsanlığın sahte mantık yaldızlarıyla süslenmiş, incelenmesi yasak içyüzünü eşelemeye gelmez. Cennetten kovulmuş Âdem ile Havva'dan gelme insanoğluyuz, işte o kadar. Kendimizin kim olduğumuzu bilmek istersek hayal kırıklığına uğrarız. Çünkü doğa bilimciler bize büyükbaba olarak maymunları göstermekten başka ne insanlığa, ne bilime bir şeref ekleyebildiler. Belki ayılar amcalarımız, tilkiler yeğenlerimizdir. İneklerin sütannelerimiz olduklarını inkâr edemeyiz Sütkardeşlerimizi boğazlayıp yediğimize de insanlığa yakışır bir hareket denemez.
O halde niçin yaşıyoruz, kurtarıcı ölümden neden korkuyoruz, diyeceksiniz... Bu soruları etiyle, sütüyle bizi besleyen, her sene doğurdukları buzağıların masum sıcak kanları kesimevlerinde sel gibi akıtılan ineklere, ömürleri boyunca boyunduruk altında dirençli, sabırlı, hiç yakınmadan çalıştıktan sonra çalışamaz durumu geldiklerinde kafaları koparılarak etleri, yağları çömleklere istif edilen öküzlere sorunuz. Çünkü bu dünya denilen işkence evinde payımıza düşenler bakımından onlardan pek farkımız yoktur.