“Gülümsemeyi deneyebilir misin?” diye sordu Honoria yorgun yorgun. Iris’in dudakları o kadar ürkütücü bir ifadeyle gerildi ki Marcus neredeyse odadan çıkıyordu. “Tanrım, boş ver,” diye mırıldandı Honoria “ sakın yapma.”
Honoria'nın bakışları duygusallaşmıştı. "Çocukluğumuzda o berbat pandomimlerimizi yaparken. Sen hep ağaç olurdun."
"Hiçbir zaman bir şey söylemek zorunda kalmazdım."
"Ve her zaman arkada dururdun."
Marcus gülümsediğini hissetti, biraz yamuk ve gerçek bir tebessümdü. "Ağaç olmayı baya seviyordum."
"Çok iyi bir ağaç oluyordun." Sonra o da gülümsedi- ışıl ışıl, harika bir şekilde. "Dünyanın daha fazla ağaca ihtiyacı var."
Tüm o leydileri de gördüm, bir kısmıyla tanıştım. Ve ardından , söyleyebileceği en kötü şey olduğunu farketmeden ekledi : Ama hatırladığım tek kişi sensin.
Leydi Danbury silahını (başkaları buna baston diyebilirdi ama kendisi daha iyi biliyordu) güm diye yere vurdu. "Atından mı düştün?"
"Hayır, ben-"
"Merdivenden mi yuvarlandın? Ayağına bir şişe düştü?" Yüzünden kurnaz bir ifade vardı. "Yoksa bir kadınla mı alakalı."
Marcus o anı daima hatırlayacaktı. Hayatında ilk kez kadınların en can sıkıcı özelliğiyle karşı karşıya kalıyordu: ne derse desin sorusunu yanlış cevaplamış olacaktı.