Leydi Danbury silahını (başkaları buna baston diyebilirdi ama kendisi daha iyi biliyordu) güm diye yere vurdu. "Atından mı düştün?"
"Hayır, ben-"
"Merdivenden mi yuvarlandın? Ayağına bir şişe düştü?" Yüzünden kurnaz bir ifade vardı. "Yoksa bir kadınla mı alakalı."
Marcus o anı daima hatırlayacaktı. Hayatında ilk kez kadınların en can sıkıcı özelliğiyle karşı karşıya kalıyordu: ne derse desin sorusunu yanlış cevaplamış olacaktı.
Honoria'daki her şey çok güzeldi. Belki de onu tarif etmek için başka, daha şairane bir yol düşünmeliydi ama bazen en basit sözcükler, en yürekten gelen oluyorlardı.
Bazı erkekler kadınlarla nasıl konuşulacağını içgüdüsel olarak biliyorlardı. O erkeklerden birisi olmak ne güzel olurdu.
Ama değildi. Aksine, sadece Honoria’yla nasıl konuşacağını bilen bir erkekti. Ve son zamanlarda kendisi için bu da pek iyi gitmiyordu.
"Kemancılar enstrümanlarını kaldırdılar.
Mürebbiyenin elleri piyano tuşlarının üzerine yerleşti.
Iris perişan bir inleme salıverdi ama gene de yayını çellosuna yerleştirdi. Ve sonra dehşet başladı."