Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz

Himmet Dağlı

Öne Çıkan Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz Gönderileri

Öne Çıkan Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz kitaplarını, öne çıkan Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz sözleri ve alıntılarını, öne çıkan Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz yazarlarını, öne çıkan Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Zaman, bünyesindeki bütün nesneleri olduğu gibi Kirmanşah’ın namlı tüccarını da mekân içerisinde evirip çeviriyor; günlerin süzgecinde eliyordu. Tıpkı babası gibi o da kısa zamanda, tez vakitte işleri büyütmek ve halıcılıkta malların tekelini sağlamakla uğraşıyordu. Öyle olsun ki tüm kervanlar Kirmanşah’ta önce kendisine uğrasın; mallardan mal, halılardan halı bırakıp halılar götürsündü uzaklara. Kirmanşah’ta kendisinden sorulan halı, dünyanın öbür ucundaki halı meraklılarını da kendisine çeksindi. Başka metalara bunca zaman hiç heves etmemiş olduğundan mütevellit, her yerde halılar tek kendisinden sorulsundu.
DİYÂR-I ŞEHR-İ REY’İN ÇÖMLEKÇİSİ “Yeryüzünde gerçekten müstesna olan sadece dört yer vardır ki bunlar Rey, Şam, Rakka ve Semerkant’tır.” (Bağdat’ın eski halifesi Harun el-Reşit) Büyük istilânın hemen öncesinde, henüz tahrip edilmemiş fakat mezhep kavgalarından ötürü oldukça yıpranmış Selçuklu şehirlerinden biri de çömlekçiliğin hünerli ellerden çıktığı, fakat hayvan kılıyla ve pamuklu dokuma kumaşların üretiminin tükenme noktasına geldiği Rey şehri idi ve daha dikkat çekici olanı ise buranın yaklaşık on kilometre ırağında, Horasan yolunun solunda, Mesgar Abad Dağları’nın eteklerindeki Harun Zindanı olarak adlandırılan ve Rey şehrinin sınırları içerisinde bulunan taş yapıydı. Bu taş yapı, her ne kadar gözlerden uzaksa da, doğunun bu topraklarında şehrin sakinlerinin nabzının her daim attığı bir Zerdüşt tapınağıydı. Yüzyıllarca gizemli havasıyla ateşkadeh olarak kullanıldıysa da bu uzun zaman önceydi tabii.
Reklam
126 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Kitap Eleştirisi
"Giuli, Zaruşad’a şehrin doğusundaki nehrin üzerinde kurulu taş köprüden geçerek yaklaşan kervanı görünce, baba baba, diyerek Mamuka’nın dükkânına koşmuştu. Tabii ki de bu sevindirici bir haberdi ve müjdeyi, obsidyen taşına alın terini akıtan ve böylelikle ona zarafet katan babasına çabucak ulaştırmalıydı. Giuli’nin muradına erebilmesi içinse öncelikle, şehrin çifte duvarla çevrilmiş devasa surlarını dolanması gerekmişti. ..." Kısaca Çeşm-i Giryan diyecek olursak bu kitaba, birbirinden bağımsız fakat birbiriyle ilintili olduğu hissini uyandıran hikâyelerin, yazarın dilinden ustalıklı ortaya koyulduğu hemen fark edilebiliyor. Her hikâyede ayrı bir kahraman ve bu kahramanların ayrı ayrı yaşanmışlıkları, yaşanmışlıklarından mütevellit sebepli kaçışları yazarın şu hayatın başka bir cihetini de gözler önüne sermekte.. Tavsiye ederim herkese.. Keyifli okumalarınız olsun..
Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz
Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai ÇaresazHimmet Dağlı · İkinci Adam Yayınları · 20193 okunma
İki mürekkep damlasından biri, diğerinin üzerine düştüğünde edip de son şiirini nihâyete erdirmiş, böylelikle gönlündekileri saman sarısı kâğıda nakşetmişti. Sonra oturduğu yerden kalkarak önündeki rahleyi odanın pencere duvarına bıraktı. Mumun aydınlattığı taş duvarlardaki titrek gölgeye aldırmaksızın kapıdan çıktı gitti. Mum, edibin ardından bir zaman daha titrek alevini karşıki duvarlarda raks ettirdiyse de çok geçmeden eriyip tükendi. Geride, dibinde erimiş halde biçimsiz, kısacık mum parçası ve etrafı firuzeyle kaplı, avuç içi kadar gümüş bir mumluk kalmıştı.
Muhip derdi de başka bir adla çağırmazdı yeğenini. Onu bazen birkaç saat öncesinden eve gönderir, ocaktaki odunları yaktırarak akşam yemeği için ateşin üzerindeki hereninin suyunu kaynattırırdı. Bunu çoğunlukla haşlama kemikli et için yaptırırdı Mirzat Efendi. Adamın canlısı, etin kanlısı derdi de, canın boğazdan geleceğini, sıkı çalışmak için lâzım gelen kuvvetin kemik suyunda haşlanan etten, kemiğin iliğinden elde edileceğini söylenir dururdu. Mirzat Efendi, Muhip diye çağırdığı ve pek zayıf bulduğu yeğenine söyleyebileceği bu lakırdıları pek kayda değer şeylerden sayardı. Bazen de, ah Ferimâh ah! Beni şu feleğin ucuz insanlarıyla bıraktın gittin de ne oldu ha! Bak şu andavala muhtaç bıraktın Mirzatını, derdi.
Şehir son gecede tümden karanlığa gömüldüğünde, eşikteki sürmenin ve şalın sırrı zuhur etmeye başlamıştı nihayet. Ayın halesi şavkımaya başladıkça, peş peşe damlalar düşüyordu kağıt parçasına. Koyu siyaha çalan rengiyle mürekkep damlaları bu gece, odanın küçücük penceresinden sızan ay ışığıyla gittikçe ağarıyor; sonra vişneçürüğüne çalarak peyderpey şarabın rengine dönüyordu. Kan kokuyordu her yer, kan damlıyordu kâğıda şimdi. Harfler birbiri üstüne geliyor, deminki haleyle aynı kâğıdı kızıla boyuyordu. Kandan can bulmaya derman arıyordu dizeler. Kandan cana, candan insana dokunmaya yeltenircesine kabarıyor; rahleden taşmaya bir yol arıyorlardı sanki. Edip, titrek dudaklarıyla mührünü vurunca mahlas niyetine nazma; nazım gayz haliyle titreyivermişti birden. Sonra sükûta ermeye, erip de durulmaya başlıyordu yavaş yavaş. Ve edip dizeleri alıp hıfzedince, dizeler buharlaşıyordu peyderpey. Şiraz’da gecenin bitimide şâyia, sokaklara bir veba gibi dalga dalga yayıldığında edibin vücutsuz başından bakan bir çift göz, sürmelinin kapı eşiğinde, muhafaza ettiği sırrını maşukuna ifşa ediyordu.
Reklam
26 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.