Ceza Kolonisinde ve Diğer Öyküler” kitabını okuyanlara bir sorum var.
Kitaptaki ilk 3 öyküyü okudum, aslında, çok anlaşılır ve güzel öyküler, ama aynı zamanda bir eksiklik hissediyorum. Yani aslında anlıyorum, ama aynı zamanda anlayamadığımı hissediyorum. Belki de, öykülerin altında yatan başka bir anlam var da, ben bunu göremiyorum, anlayamıyorum?
Yani siz de okurken böyle bir şey hissettiniz mi?
Fikirleriniz çok önemli...
Öyküler 262 s. (21-29.7.22)
✒En çok sevdiğim kitap
Martin Eden oldu. Fakir ve eğitimsiz Martin Eden, varlıklı bir ailenin kızı Ruth'a âşık olmasıyla sadece üst sınıflara ait olduğunu düşündüğü bilgi, kültür ve başarının peşine düşer ve
Diriliş Güncel siyaseti bırakıp sadece kitaplarla meşgul olmaya niyet ediyorum ki; ceza, infaz, mahkum, hapis gibi kavramları duyduğum anda "Aman, bana ne?" deyip geçemiyorum. Yakın zamanda üst üste okuduğum için olsa gerek aklım Dostoyevski'nin Ölüler Evinden Notlar'ına taa Sibirya'ya, oradan Kafka'nın Ceza Sömürgesi'ne, oradan Diriliş'e gidiyor. 'Suçlu' kavramını sorguluyor, suçluları suça iten sebepleri düşünürken kendimi Reis Bey'i dinlerken buluyorum. Tolstoy'un Nehlüdov'unun da tesiri ile işlenen her suçta kendime pay çıkarıyor, mahkum ediyor, Dostoyevski'nin on yıllık hapishane gözlemlerine güvenerek suçluyu hapsetmenin mahkumları ıslah etmediği kanısına varıyorum. Aslında şu an kitabımı açıp dünyadan, gündemden uzaklaşmak istiyorum ama edebiyat beni siyasete itiyor.