Ve böylece kendi kimligine ilişkin olarak kendini tehdit altında bulan yalnızca dinsel bir toplumsallık degildir; çağrı, soru ve yanıt düzenini (tercihen döngüsel) varsayan felsefi bir toplumsallıktır.
Kuşkusuz hiçbir şey, yetersiz ancak yine de samimi, alçakgönüllü, sonlu, rıza gösterilmiş bir çabaya tanıklık eden bir yanıtın yerine bitmek bilmez bir söylemi koymaktan daha kötü olmayacaktır.
Kendimizi ötekine yanıt vermeye ve sorumluluk almaya muktedir hissetmeme bahanesiyle, kuramsal ve pratik olarak, gerçekte socius'un [toplumsal olan] özü olan sorumluluk kavramının içini boşaltmaz mıyız?
Çünkü yanıt-olmayanın veya bir savaş retoriği, bir polemik kurnazlığı olan ertelenmiş yanıtın bir sanatı vardır. Kibar sessizlik en küstah silah ve en keskin alay haline gelebilir.
O halde yanıt-olmayan. Kuşkusuz yanıt-olmayanın bir yanıt o mlduğu her zaman söylenebilecek ve bunda da haklı olunacaktır. Yanıt vermeme hakkımız her zaman saklıdır ve böyle de olması gerekir; ve bu özgürlük sorumluluğun, yani özgürlükle her zaman bağlantılı olması gerektiğine inanılan sorumluluğun bir parçasıdır.
Ancak davet ısrarlı da olmalıdır, kayıtsız degil. Altında asla şu y matmamalıdır:
Gelmemekte özgürsün ve eğer gelmezsen, olsun, önemli değil. Hem «gel» diyen hem de bununla birlikte ötekine mutlak özgürlügünü bırakan bir çeşit arzunun baskısı olmaksızın davet hemen geriye alınır ve konukseverlik kaybolmuş olur. O halde aynı anda kendini ikiye bölmeli ve ikiye katlanmalıdır, aynı anda özgür bırakmalı ve rehin almalıdır
Adınızı taşıyan, taşımış olan, taşımış olacak olan, tek başına yaşamak ve kökten bir şekilde sizden ve sizin adınızdan vazgeçmek için yeterince özgür, güçlü, yaratıcı ve özerk görünür. Adınıza, adınızın gizine geri dönen, adınızda kaybolma gücüdür.