Hayat acaba bütün insanlar için bu kadar sert, bu kadar değişmez miydi? İnsan memur, tüccar, öğretmen mutlaka bir meslek sahibi olacaktı. Kim bilir onların da kendilerince, dıştan görünmeyen ne sefaletleri vardı?
''Yalnızlıktan sıkılmıyor musun ağabey?'' diye sordu.
Cemil Kâzım cevap vermedi. Ne cevap verebilirdi? Etrafında bir yığın duygusuz insan olsaydı yalnızlıktan kurtulacak mıydı? Duygularına, düşüncelerine yabancı, acılarına kayıtsız, kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen, bir lokma leş parçası bulunca kargalar gibi hep birden o cılız parçaya saldıracak bir sürü insanla bir arada yaşamak, yalnızlığın vereceği sıkıntıdan, hüzünden daha acıklı, daha dayanılmayacak bir değil miydi?
Madem ki yaşamanın ölümden başka bir sonu yoktu, fazla düşünmek, boşuna üzülmek, aslında her an kendiliğinden kaybolan günleri büsbütün kısaltmaktan başka neye yarayacaktı?
Hayatı sevmeye, olduğu gibi görüp anlamaya başladıktan sonra insanlar bana zulüm edemediler.
Eskiden onlardan kaçıyordum. Meğer bu sağlam bir yol değilmiş. Aralarına karışınca beni unuttular.