Gittikçe “şiddetlenen” Kürt sorununun çözümü konusunda önümüzde üç yol var: Bastırma, ayrılma, demokratikleşme.
Birinci yol, Sri Lanka denilen model ile örgütü askeri yöntemle bitirmektir. Bunu ileri sürenler kötü niyetli değillerse, tarih bilmiyorlar; çünkü Demirel’in deyimi ile “28 isyan” cesetlerin üstüne dikilen bayraklarla bitmemiş, sonra bugün yaşadığımız 29’uncusu patlak vermiştir. 29’uncusu silahla, şiddetle bastırılsa hiç kuşku yok ki 30’uncusu çıkacak.
İkinci yol, PKK ve onu destekleyen Kürtlerin askeri zafer elde edip ayrılmasıdır. Bu yol da mümkün değil. Ayrıca bugün için, içinde yaşadığımız çağın gereği olarak; bölünmüş bir Türkiye’nin hem Kürtlerin hem de Türklerin işine yaramayacağı açıktır.
Geriye üçüncü yol kalıyor. Demokrasi içinde meseleyi çözerek, birarada yaşamak. Burada çözümün püf noktası; egemenliğin paylaşılması, hak ve özgürlüklerin ihyası meselesidir. Türkiye’nin bu konuda öncelikle zihniyet devrimine ihtiyacı var. Çünkü hâlâ 1930’lu yıllardan kalma alışkanlıkla bütün sorunlar Ankara’da tespit ediliyor, bütün çözümler Ankara’da üretiliyor ve bütün kaynaklar Ankara’da toplanıp dağıtılıyor. Kürtlere olan bakış da hâlâ 30’ların Ankarası’nın izlerini taşıyor.
Bu handikabı aşmalı, çağdaş anlayışın bize sunduğu yeni model ve işleyişleri kendi koşullarımıza uyarlama hüner ve cesaretini göstermeliyiz. Yapılması gereken daha fazla kan dökülmeden bunu başarmaktır. Böyle bir modelin ilk adımı ise ideolojilerden arınmış, bütün inançlara eşit mesafede duran, etnik açıdan tarafsız yeni bir anayasa yapmaktır. Hazır böyle bir sürecin başındayız, o zaman daha ne duruyoruz ve neyi bekliyoruz?