Elinden geliyor mu, yeni bir iş gününde yataktan güle oynaya kalk sabahleyin.
Elinden gelmiyorsa, seni bundan alıkoyan nedir?
Bir zorluk var da yoluna mı duruyor?
Zorluklardan ne diye kaçıyorsun?
Seni canından edebileceklerini düşünüyorsun belki de. Yani bunlar çok güçlüdür diyorsun kendi kendine.
Peki, kolay konusunda ne biliyorsun? Hiçbir şey. Kolaya ilişkin anılara belleğimizde yer yoktur asla. Diyeceğim, ikisinden birini seç deseler, aslında zoru seçmen gerekmez mi?
Zor sana ne kadar yakındır, hissetmiyor musun?..
Hem zoru seçtin mi, doğayla uyum içinde olmayacak mısın? Sanıyor musun, toprak altında kalmak tohum için toprağın üstüne çıkmaktan daha kolay değildir.
Kolay ve zor diye bir şey yoktur. Zor olan yaşamın kendisidir.
Sen de yaşamak istiyorsun, öyle değil mi? Dolayısıyla, zor olanı üstlenmeye bir yükümlülük diye bakıyorsan yanılıyorsun. Seni buna yönelten, ayakta kalma içgüdüsüdür.
Peki, yükümlülük nedir o zaman? Yükümlülük zor’u sevmektir…
Baktın ki zor sana gereksinim duyuyor, buradayım diyebilmektir. S.59 ‘’
Ben Rilke’yi okurken, alıştığımdan daha başka bir dünyaya girdiğimi hissediyorum.
Rilke,hayatla, insanlarla, doğa ve eşya ile sanki yeni karşılaşıyormuş gibi. Ön yargılardan uzak, evrene ve insanlara hayret ve hayranlıkla bakıyor.
Rilke’nin zengin iç dünyasını anlamak için bize bıraktığı büyük mirası yani yazdığı tüm kitapları mutlaka okumak gerekir.