Kitap gerçekten de akıcı geçti. Kitaplarda en çok önemli verdiğim şey duyguyu alabilmekti ve bu kitap bunu bana birazcık aşırı verdi galiba. Violet'in o an yaşadığı her duyguyu yaşamak, o tatlı anlardaki mutluluğu, çaresiz anlarında yaşadıkları, ailesine olan özlemi... Bir an okuyucu değil de Violet'mişim gibi hissettiğim çok oldu. Violet ve Ash'in yaşadığı o anlar beni benden aldı. Keşke ben Violet olsaydım dediğim olmadı diyemem. (Tabi sonradan Violeti'inde bu duyguyu yaşayıp kitaba girdiğini hatırlayınca yok oldu... Sanırım?)
Hiç en sevdiğiniz kitabın bir parçası olmak istemiş miydiniz? En sevdiğiniz karakterin yerine geçmek? Onun yaşadığı o aksiyonlu, sevinçli, hüzünlü, aşk dolu hayatını yaşamak istemiş miydiniz ya da kurgusal olsa da o aşık olduğunuz baş karakter olan oğlanla konuşmak, zaman geçirmek?
Evet, birçoğumuzun hayali. Violet'inde bizim gibi bir hayali vardı. Taki hayali gerçekleşene kadar.
Violet, Darağacı Dansı kitabının hayranlarından biriydi. Birçok kez kitabı okumuş, filmlerini izlemişti. Bir gün arkadaşları ve kardeşiyle birlikte Comic-Con festivaline katılmıştı. O en sevdiği karakterleri -yani canlandıran oyuncuları- görmek gerçektende harika bir şeydi. Lakin o gün, o anda yaşanan kaza ile kendilerini Darağacı Dansı'nın içinde buldular.
Çıkmak için kitabın sonuna kadar aynı şeyleri yapmaları gerekiyorlardu. Violet'in adımları takip etmesi gerekiyordu. Yani hadi ama ne kadar zor olabilir ki? Her şeylerini biliyordu. Her bilgiyi, her satırı, her repliği, her anı. Ama gerçekten biliyor muydu? Kitabın içine girmeleriyle zaten bütün her şey değişmeye başlamıştı. Aynı Nate'in dediği gibi kelebek etkisi.