Bankaların kasaları tıka basa doluyken, kuyumcu vitrinleri sarı sarı parlarken, cüzdanı kalın puştlar kasıla kasıla turlarken caddeleri, açlıktan karnın gurulduyorsa eşeğin sikinden başka bir şey değildin. Sana zulüm de müstehaktı, ölüm de.
Yoktu işte insanın ince bir yeri, tüm gücünle değsen de kırılmıyordu, kılıç da çalsan kesilmiyordu. Ne edersen et, yamyamlık baki, barbarlık cariydi bu yaban bahçede. Ne yaparsan yap, ölüm, zulüm, kötülük hükmünü ferahfeza sürdürüyordu.
Kendisi için yaşamalıydı insan. Nizami olup olmadığına bakmadan, kimin hangi kemiğinin kırılacağına takmadan, gözü kara dalmalıydı topa, söküp almalıydı hakkı olanı, ertelemeden, beklemeden, hemen, şimdi!
İnsanı asıl ezen de bu değil miydi zaten? Ne yaparsan yap vâkıf olamayacağın bir sırla karşı karşıya kaldığını, asla gideremeyeceğin bir eksikliğin adresi, bildiğini sandığın bir lisanın esasen yabancısı olduğunu hissetmek...
« Kendisi için yaşamalıydı insan. Nizami olup olmadığına bakmadan, kimin hangi kemiğinin kurulacağına takmadan, gözü kara dalmalıydı topa, söküp almalıydı hakkı olanı, ertelemeden, beklemeden, hemen, şimdi!»