Tuhaftır ama o ana dek, sağlıklı, bilinçli bir insanı öldürmenin ne demek olduğuna hiç kafa yormamıştım. Mahkûmun su birikintisinden kaçındığını görür görmez, doludizgin akan bir hayatı yarıda kesmenin ne büyük bir muamma, ne korkunç bir hata olduğunu idrak ettim. Bu adam ölümün pençesinde değildi: bizim kadar hayat doluydu. Bedenindeki tüm organları çalışıyordu, bağırsakları gıdaları sindiriyor, derisi kendini yeniliyor, tırnakları uzuyor, dokuları oluşuyordu, hepsi de vakur ve saçma bir düzen içinde çalışıp çabalıyordu. Darağacına çıktığında ve boşluğa düşerken saniyenin onda bir kadar ömrü kaldığında bile tırnakları uzamaya devam edecekti. Gözleri sarı çakılları ve gri duvarları görüyordu; beyni ise hala hatırlıyor, seziyor, düşünüyordu, su birikintilerini bile fark edecek kadar işlevseldi. Şu anda aynı dünyayı görerek, duyarak, hissederek ve kavrayarak yürüyen grubumuzun bir parçasıydı ama iki dakika sonra ani bir çatırtıyla aramızdan ayrılacaktı, bir zihin, bir ömür eksilmiş olacaktık.
“… Aslında bütün sömürgeci imparatorluklar bunun üzerine kuruludur. İnsanlar hep esmer yüzlüdür - üstelik çok da kalabalıklardır! Gerçekten sizinle aynı etten kemikten olabilirler mi? Hem isimleri olduğu bile şüpheli değil mi? Yoksa hepsi aynı kahverengi malzemeden yapılmış, arılar ya da mercan böcekleri gibi apayrı bir türle mi karşı karşıyasınız? Topraktan çıkıyor, birkaç yıl boyunca kan ter içinde çalışıp açlık çekiyor, sonra da mezarlıktaki isimsiz tümseklerden birine gerisingeri gömülüyorlar ve gittiklerini hiç kimse fark etmiyor…” - Marakeş
Kötü bir kitabın iyi olduğunu iddia ettiğiniz o ilk günahı işledikten sonra buradan çıkış yok. Tabii bu günahı işlemezseniz geçiminizi sağlamak için roman eleştirmenliği yapmanız da mümkün olmuyor.