1969’da İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin, reform tasarısının gerçekleşmesini protesto için giriştikleri işgale önderlik etti. Üniversitenin kapatılıp polise teslim edilmesi nedeniyle çıkan çatışmalarda yaralandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen hastaneden kaçan Gezmiş, haziran ayı sonunda Filistin’e gitti. Eylül’e kadar
Sınıf atlayacak birkaç kişiden biri olmaya ulaşmak yerine, çok daha rasyonel ama o ölçüde de öfke gerektiren bir atılımla sınıfların ortadan kaldırılması gerekliliği kaçınılmaz olarak yerini buluyordu.
Bu kadar kısa bir yaşama bunca çabayı ve düşü sığdırabilmeleri bile onları yaşıtlarından ve sisteme göbekten bağlı olanlardan ayrı kılmıştı.
Belki iktidar ve onu kontrol eden elit tarafından korkunç ve yok edilmesi gereken teröristler olarak tanıtıldılar;
ancak uğruna hayatlarını verdikleri yoksullar ve ezilenler, onların asıl sahip olduğu değeri biliyordu.
Bugün bile hala annelerimizin, babalarımızın duvarlarını süsleyen resimleri ve adları anıldığında akıtılan gözyaşları, bu insanların asıl hak ettikleri yerin milyonlarca insanın kalbinde sonsuza dek var olmaya devam edeceğinin en açık ifadesidir.
10 Ocak 1972 yılında Askeri Yargıtay 2. Dairesi’nde görülen THKO davası, üç devrimcinin Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamını onaylaması, diğerlerinin de çeşitli mahkûmiyetler almasıyla sonuçlandı.
Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamına karşı irili ufaklı çeşitli kampanyalar başlamıştı. Sıkıyönetim ilan edilerek ülke fiilen askeri
ABD finansmanı ile ABD sanayi ve teknolojisinin gerektirdiği işgücünü yetiştirmek için kurulmuş olan ODTÜ, özellikle İstanbul’daki anti-emperyalist eylemler ve üniversite reformu talebiyle gerçekleşen işgal ve boykotlar sırasında sessiz kalmıştı. Üniversite reformu eylemleri sürecinde reform taslağının birçok somut isteğine sahip olan ayrıcalıklı ODTÜ öğrencileri bu sürecin dışında kalmışlardı. Ancak bu ODTÜ öğrencilerinin de diğer üniversitelerde yaşanmayan “mütevelli heyeti” ve Amerikan eğitim sistemi gibi sorunları bulunmaktaydı. İşte bu sorunlardan yola çıkarak hiç beklenmeyen bir anda ODTÜ de genel devrimci gençlik hareketinin girdabına girdi.
ODTÜ öğrencileri, 10 Ekim 1968’de sosyal demokratların elinde olan Öğrenci Birliği’ne rağmen örgütledikleri forumda boykot kararı alırlar. Boykot, ODTÜ’ye özgü iki temel taleple başlatılmıştır: ABD eğitim sistemine son, öğrenciler yönetime katılsın! Hızla tüm ODTÜ’ye yayılan boykotla birlikte ABD’nin kültür kalesi çatlamaya başlamıştı. ABD’nin hamiliğini yürüttüğü kapitalist kültürünün gençlik içerisinde sorunsuzca yayılacağı düşünülen üniversite, devrimci gençlerin darbeleri ile yıkılmış oldu. Boykotun en büyük başarısıysa buydu.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin politik bakımdan belki de en belirgin özelliği, yüz milyonlarla sayılan sömürge halklarının sömürgeci güçler karşısında verdikleri bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerin peş peşe kazanılmasıdır. Kapitalizmin hızlı bir yükseliş temelinde güçlenişi, sömürge ve azgelişmiş ülkelerde kapitalist üretim ilişkilerinin giderek daha fazla kökleşmesini beraberinde getirdi. Bu da bir yandan emperyalizmin buraları sömürge statüsünde tutmaksızın da iktisadi açıdan bağımlılaştırmasını mümkün kıldı; diğer yandan da ulusalcı bilinci etkili bir biçimde tetikledi.