“Yaramazlık, ele avuca sığmamak çok kötü şeyler değil Hebo. Dereyi bilirsin, bazen
önüne gelen her şeyi yıkar, ağaçları söker, kenarında ki evleri bile alır götürür. Bu onun
kötülüğü değildir. Yüreğidir. Kendisidir. Eğer yağmur günlerce yağmışsa, kar suları
güneşle bir anda erimişse, derenin yapacağı bir şey kalmaz. Yatağını genişletmek için
etrafı kırar döker. O, hedefine ulaşmanın, bir an önce denize kavuşmanın peşindedir.”
Hebo serisinin üçüncü kitabı olan Dere Yürüyüşü’nde, gökyüzünden, dereden, yıldızlardan, hakikatten ve çocuklardan başka şeylere yer açmamış kafa dengi bir bilgeyle, küçük bir çocuğun tabiatın ortasında bazen neşeli bazen hüzünlü arkadaşlıklarının izini sürüp aralarında geçenlere tanıklık etmeye devam ediyoruz…
Kitaptan Alıntılar
Derviş bataklıktaki oyunumuzu görse, “İşte Hebo, nimet budur!” der miydi acaba? Çok hoşumuza gitmişti. Yüzmek kadar, balık tutmak kadar güzeldi bataklıkta oynamak. Nimet neydi acaba? Derviş’in ne demek istediğini bazen anlamıyorum. Ekmek nimetti. Derede yüzmek nimetti. Telefon direklerindeki fincanları kırmamak nimetti. Terlemek nimetti. Birisine gülümsemek nimetti. Yemek de nimetti, gölgede uyumak da. Bazılarını anlıyorum ama bazılarını tam anlamıyorum. Bataklıktaki oyunumuz da nimet miydi? Kendimize de, kimseye de bir kötülüğümüz olmamıştı. Elbiselerimizi temizlediğimize göre nenemize de zahmetimiz olmayacaktı. Kesin bu da bir nimetti ama yine de Derviş’i görünce soracağım.