Derviş Keşkülü

Necdet Tosun
Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi (Âl-i İmrân, 3/159).
Sayfa 59
Bal :)
Seyyid Hasan henüz küçük bir çocuk iken babasıyla birlikte Hoca Ubeydullah Ahrâr’ın yanına gelmişti. Hoca Ahrâr’ın yanındaki bal küpünü gören çocuk bütün ilgi ve dikkatini oraya yöneltti. Hoca Ahrâr çocuğa adını sorunca, âdetâ kendinden geçmiş olan çocuk “Bal” diye cevap verdi. Bu duruma çok sevinen Hoca Ahrâr: “Bu çocukta büyük bir kabiliyet var. Balı görünce kendi adını unuttu. Eğer rûhunun murâdına baldan daha tatlı bir şey (mâneviyat) tattırırlarsa mutlaka ona yönelişi çok kuvvetli olacak” dedi ve çocuğun maddi manevi eğitimini üstlendi.
Sayfa 24
Reklam
İlim ilim bilmekdür, ilim kendin bilmekdür, Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır. Okumakdan ma‘nâ ne, kişi Hakk’ı bilmekdür, Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emekdür... Yunus Emre der hoca, gerekse bin var hacca, Hepsinden eyüce, bir gönüle girmekdür.
Sayfa 66
Bazı âlimlere göre “insan” kelimesi “nisyân” yani unutmak kelimesinden türemiştir. İnsanoğlu dünyevî meşgalelere dalıp Allah’ı ve âhireti unutmaya meyyâldir. Bu hastalığın ilacı ise “hatırlamak” anlamına gelen zikirdir.
Sayfa 19
Lâleye verilen önemin sebebi, eski harflerle “Lâle” kelimesinin (iki lâm, bir elif, bir he) “Allah” kelimesinin harfleriyle aynı olmasıdır. Ayrıca lâle, bir tek tohumdan (soğandan) yalnızca bir dal ve bir çiçek verdiği için Allah’ın birliğini temsil ettiği kabul edilmiş, câmi, çeşme ve mezar taşı süslemelerinde yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
Sayfa 8
Hacca giden kişi ihrâma girme yerinde (mîkât mahallinde) elbiselerini çıkarırken kalbindeki kin ve hased gibi kötü huyları da çıkarıp atmalıdır. “Lebbeyk” (emrine uydum) diye duâ (telbiye) ederken bundan sonra nefse ve şeytana uymamaya karar verir. Hacerü’l-esved denen siyah taşı selamlayıp öptükten sonra Allah’a kulluk sözü verdiğini düşünür. Safâ tepesine gelince kalbinin safâsını (temizliğini) bozacak şeyleri kalbine sokmamaya azmeder. Safâ ile Merve tepeleri arasında hızlı yürürken (hervele) nefis ve şeytandan kaçtığını düşünür. Arafât isimli yere varınca Kıyâmet’ten sonra dirilip Allah ile tanışacağı ânı düşünür. Saçlarını traş ederken kibir ve övülme isteğini de kesmeleri gerekir. Kurban keserken kendi içindeki nefsini de kurban etmelidir. (nefsinin kötü huylarını da yok etmelidir) Ebû Nasr Serrâc et-Tûsî
Sayfa 46
Reklam
Abdülkâdir Geylânî hazretleri de: İhlâs, insanların görmesini hatıra getirmeyip, Yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır” derdi.
Sayfa 29
Ebu’l Hasan Harakânî hazretlerine: “İhlâs ve riyâ nedir?” diye sorulduğunda, “Allah Teâlâ için yaptığın her şey ihlâstır. Halk için yaptığın herşey de riyâdır” buyurmuşlardır.
Sayfa 28
Gazâlî, kendini beğenme (ucb) hastalığına tutulmuş bir insana, yaşlandığında saçlarının döküleceğini, derisinin buruşacağını, şu anda da burun, mide ve bağırsaklarında birçok çirkin şeyin olduğunu düşünmesini tavsiye ederek, ucbu tedavi konusunda ilginç bir yol göstermektedir.
Sayfa 23
İlk dönem sûfîlerinden Basralı Mâlik b. Dînâr’ın (ö. 131/748) komşusu yahudi idi. Bu kişi Mâlik b. Dînâr’ın evinin duvarını tuvalet olarak kullanır ve bahçesini kirletirdi. Mâlik de her gün duvarını ve bahçesini temizlerdi. Birgün komşusu Mâlik’e: “Bu necâsetten rahatsız olmuyor musun?” diye sordu. Mâlik: “Evet rahatsız oluyorum ama temizliyorum” dedi. Komşusu: Bu sıkıntıyı niçin ve kim için çekiyorsun” diye sorunca, Mâlik: “Allah rızası için, çünkü Allah öfkesini yutup insanları afvedenleri müttakîlerden saymaktadır.” diye cevap verdi. Bunun üzerine yahudi komşusu: “Ne güzel bir din! Allah dostu, Allah düşmanının sıkıntısına katlanıyor ve sabr ediyor” dedi, Müslüman oldu.
Sayfa 32
Reklam
Seyrimde bir şehre vardım, Gördüm sarayı güldür gül, Sultânımın tâcı tahtı, Bağı duvarı güldür gül. Gül alırlar, gül satarlar, Gülden terâzi tutarlar Gülü gül ile tartarlar, Çarşı pazarı güldür gül. Halvetiyye meşâyıhından İbrâhim Ümmî Sinân hazretleri
Sayfa 11
Yunus Emre’nin: “Çiçek eydür ey derviş, gül Muhammed teridir” mısraında ifâde ettiği gibi gülün kokusunu Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v) terinden aldığına inanılır. Halk arasındaki “gül koklamak sevaptır” sözü ile gül yağı veya gül suyu ikram edildiğinde salavat getirme geleneği, bu çiçeğin Hz. Peygamber’in sembolü olmasından kaynaklanmaktadır.
Sayfa 9
Cüneyd-i Bağdâdî’ye: “İhlâsı kimden öğrendiniz?” diye sorduklarında şöyle cevap vermiştir: “Mekke-i Mükerreme’de bulunuyordum. Bir berber gördüm. Ona: “Allah rızâsı için benim saçlarımı kısaltıp düzeltebilir misin?” dedim. Berber: “Elbette” dedi. O sırada, mevki sâhibi birini traş etmekte idi. Hemen traşını bırakıp: “Efendi, kalk! Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır” dedi. Sonra berber koltuğuna ben oturtup traş ett. Ardından bana bir miktar altın verp: “İhtyaçların için lâzım olur, onlara harcarsın!” dedi. Ben bu hâle çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim. Az bir zaman sonra bana Basra’dan bir kese altın gönderdiler. Hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu. Ben de niyetimi açıkladım. Bunun üzerine bana: “Sen, Allah rızâsı için beni traş et” dedin. Ben de o niyetle seni traş ettim. Şimdi bunları alırsam, niyetimde ve ihlâsımda bir değişme olmasından korkuyorum” dedi.
Sayfa 29
Tasavvufî eserlerde, içinde gül motifi geçen bir kısım menkıbelere de rastlanmaktadır. Meselâ: Bahâeddin Zekeriyyâ Multânî şeyhinden tasavvufî icâzet alıp halkı irşâd etmek için Multan şehrine geldiğinde oradaki bazı âlimler: “Burada yeterince âlim var, size gerek yok” dercesine kendisine tam dolu bir kâse süt göndermişlerdi. Bunun üzerine Bahâeddin Zekeriyyâ: “Biz buradaki âlimlere yük olmayız, onların gülü oluruz” mesajını vermek için o kâsenin üzerine bir gül koyarak o kişilere geri gönderdi. Bu incelikten memnun olan âlimler Bahâeddin Zekeriyyâ hazretlerini takdir ettiler ve talebesi oldular. Bu menkıbenin bir benzeri de, Abdülkâdir Geylânî hazretleri hakkında anlatılır.
Sayfa 10
Tasavvufî eğitimin (seyr u sülûk) nihâî hedefi ve gâyesi insân-ı kâmil yani olgun ve ahlâklı bir insan yetiştirmektir.
Sayfa 19
Resim