Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar 4

Devlet-i Aliyye - Âyânlar, Tanzimat, Meşrutiyet

Halil İnalcık

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
1699 Karlofça antlaşması ile devlet, Macaristan’ı kaybetmiş; Avusturya, Tuna boylarına Bosna’ya kadar ilerlemiş; Rumeli tehlike altına düşmüştür. Başka bir büyük gelişme ise, Rus çarlığının 1696’da Azak kalesini alarak Karadeniz’e inmiş olmasıdır. Şimdi devlet, -modernleşmiş ordularıyla- iki büyük düşman, Avusturya ve Rusya’nın ittifakı karşısında varlığının büyük tehlike altına girdiğini görmüş ve köklü ıslahat gereğini kabul etmiştir.
Sayfa 4 - Osmanlı devlet ve toplumunda yeni dönem (1700-1900)Kitabı okuyor
Devlet hizmetindeki ya da vali maiyetindeki görevleri sona erdiği anda, bölük-başılarının liderliğinde bağımsız birlikler halinde hareket eden Sekbanlar, genellikle Anadolu’da dolanırlardı. Kasabaya da köyün büyüklüğüne göre zorla para, yiyecek ve hayvan toplayıp halka kendi maaşlarını yüklerlerdi. Yerel direnişle karşılaştıklarında ahaliye karşı güç kullanmaktan çekinmezlerdi. Bu dönemde (1596-1607), Anadolu tarihinde Celaliler olarak bilinen bu eşkiya-asker birlikleri bütün anadoluya yıkım ve tahribat getirdi. Nüfusun zengin kesimi, İstanbul, Rumeli, Suriye ve hatta Kırım’a kaçarken, çok sayıda köylü de berkitilmiş şehirlere sığınmak üzere topraklarını terk etti. Büyük Kaçgun olarak bilinen bu anarşi ve bunalım dönemi, Anadolu tarihinde türünün tek örneği değildi. 17. ve 18. yüzyıllarda, seferlerde kullanılıp sonrasında maaşsız açıkta kalmış Sekban birlikleri, huzursuzluklara neden oldular. Merkezi yönetimin sekbanlara karşı etkisizliğini gören Anadolu halkı, bu eşkiya-askerlere karşı kendini savunmak için silah edinerek, yardım ve destek için kendi yerel liderlerine müracaat etti; bu gelişme eyaletlerde âyânın ortaya çıkışındaki temel etkenlerden biri olacaktır.
Sekban-Sarıca ve eyaletlerde isyanKitabı okuyor
Reklam
Lale devri, Osmanlıların o zamana kadar bütünüyle uzak kaldığı ve yeni yeni tanımaya başladığı yeni bir tarzı, dünyaya yeni bir bakışı temsil eder. Bu dönem, aynı zamanda bir zevk u sefa, bir gevşeme, bir sefahat devridir. Osmanlı saray geleneğinde içki Meclisi olarak bilinen ve kökü eski İrana kadar giden âlemler yapılması ve Has-Bağçe’de büyük ziyafetler verilip şiir, musiki, hikayelerle zevkli vakit geçirilmesi adettendi. Özellikle 1718 Pasarofça antlaşmasından sonra bu zevk u sefa devamlı bir hal aldı.
Sayfa 7 - Osmanlı devlet ve toplumunda yeni dönem (1700-1900)Kitabı okuyor
İl-eri olarak bilinen milis kuvvetleri 1598-1605 arasında anadoluya gönderilen hükümlere göre şu şekilde teşkilatlandırılmıştır: sultanın bu yöndeki fermanının varmasıyla beraber milis kuvvetleri teşkilatlandırılma emrini alan kadı, oranın ileri gelenlerini (ayan) mübaşirin, yani beylerbeyinin temsilcisinin huzurunda toplardı. Sonra da aralarından il-başı veya il-kethudası denilen bir Serdar seçerlerdi. Fermanlara göre, bu şekilde seçilen kimsenin, “Yerel ayandan, ehil, tanınmış, dürüst, varlıklı ve sözü dinlenen “ biri olması gerekiyordu; bu tasvir, 18. yüzyıl belgelerinde ayanın tanımına neredeyse harfi harfine uymaktadır.Seçildikten sonra serdarın görevi, her köyden, emri altına yiğitler veya il-eriler, yani ateşli silah kullanabilen genç köylüler toplayacak yiğit-başılar seçmekti. … On kişi ya da daha fazlasından oluşan bir eşkiya çetesinin eyleme geçtiği anlaşıldığında bu, teşkilatı harekete geçirmek için yeterliydi. İlk olarak bu çetelere kadı mahkemesi huzurunda çıkmalarını emreden bir celb yollanırdı. Eğer celbe uyumayı reddederlerse, serdarın komutasında il-erilerin bunlara karşı harekete geçmesi emredilirdi.
İl-eri teşkilatıKitabı okuyor
Okunası..
Modernleşme bir Türk hümanizminin doğuşuna bağlan­mıştır. Bu akıma bağlı olarak bazıları, rasyonel düşünceyi Batı mede­niyetinin temel ilkesi olarak belirtirler ki ve derler ki, Batı kültürünü Doğu kültüründen ayıran başlıca özellik, Batılı insanın eski Yunanlı gibi insana ve kainata nesnel bir gözle bakabilmesindedir. Olayları objektif bir şekilde gözlemleme ile rasyonel bir sisteme bağlama kabi­liyetidir. Modern insan, devlet hayatından özel yaşayış tarzına kadar her şeyi rasyonel bir şekilde düzenlemeye çalışır. Buna karşı Doğulu her şeyi mistik, ilahi bir sebebe bağlar. Onun gözünde Tanrı ile her hadise arasında doğrudan doğruya bir ilişki vardır. Bu sebepten Do­ğulu, olayları kontrol iradesini kendinde görmez. Halbuki Batılı insan doğal ve toplumsal çevresini kontrol gücünü kendinde görür. Onun içindir ki Batılı, Doğulu ile temasında onun davranışlarını irrational, fatalist [kaderci] olarak nitelendirir.
Reklam
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.