Tevrat'ın girişinde söylendiği gibi, önce söz vardı, sözle, insanoğlunun yarattığı en değerli varlıkla her şey yaratıldı, onun için söze inanın, hiçbir zaman söze yüz çevirmeyin, öğrenin...
Tarihin derinliklerine gömülmek bu olmalı.
İnsan kendisini tarihe ışınlamak ister.
Tarihte yaşamak.. o zamanı görmek ister.
Tarih içinde savaşmak ister.
Hiçbir zaman, devlet ve hükümdarlık gibi büyük bir hedefe ulaşmayı becerememiş olan Kürt mir ve beyleri, her zaman küçük hedefler ve küçük kazançlarla yetinmiş, küçük övgülerle tatmin olmuşlardı.
Kuruluşundan beri Osmanlı devletiyle birlikte olan, onların olduğu kadar Ermenilerin, Asurilerin, Süryanilerin, Yahudi ve Yezidilerin de ülkesi olan Kürtlerin ülkesi, Anadolu ve Mezopotamya arasında, iki kadim nehrin, Dicle ile Fırat'ın arasında kuruluydu. Ülke, tarihi boyunca mirlerle beyler arasında bölüşülmüş, kendini Osmanlı ülkesinin bir parçası olarak görmüş, herzaman birbirlerine düşmanlık besleyen Kürt mir ve beyleri birbirleriyle didişmiş, birbirlerinin varlığını kabul etmemiş, ama Öte yandan her zaman Osmanlı'nın hükümdarlığını benimsemiş ve devletin bir dediğini de iki etmemişlerdi. Osmanlı ordusuyla savaşa gitmiş, Osmanlı ülkesinin sınır boyları olan uzak ülkeler. de meydana gelen ve her zaman cesaret sınama meydanına dönen savaşlara kendi savaşçılarını göndermiş, günü geldiği zaman devletin bekası ve Sultan'ın selameti için göğüslerini siper etmiş vergisini vermeyi ihmal etmemiş, Sultan'ı kendi sultanları olarak kabul etmişlerdi. Ancak bir şartla; içerde özerk yaşayacaklardı, padişah arada bir, sıcak bir selam veya onları unutmadığını gös terecæk küçük bir hediye gönderecek, devlet onlara saygı göste recek, varlıklarına veya zenginliklerine elini uzatmayacaktı Devletle mirlikler arasında yüzyıllara dayanan bu anlaşma, son yıllarda bozulmuştu.