Göğe yükseliş de (mirac) inanmayanlara verilmiş bir yanıttır. "Bütün varlıkların
tespihi o kudretedir ki, kulunu gecenin birinde Mescid-i Haram'dan çevresini bere-
ketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür. Bu, ayetlerimizden bir kısmını o
kulumuza göstermek içindir" (17: 1). Hadislere göre mirac 617 veya 619 yılında
gerçekleşmiştir; kanatlı kısrak Burak'a binen Muhammed, yeryüzü Kudüs'ünü ziya-
ret eder ve sonra göğe çıkar. Bu esrime yolculuğunun anlatımı sonraki kaynaklarda
geniş ölçüde belgelenmiştir. Senaryo hep aynı değildir. Bazılarına göre kanatlı atı-
nın üstündeki Peygamber cehennem ile cennetin seyrine dalıp, sonra Allah'ın tahtına
yaklaşır. Seyahat yalnızca bir an sürmüştür: Muhammed'in yola çıkarken devirdiği
küpün içindeki suyun tamamı, odaya geri döndüğünde yere saçılnı
amıştır henüz.
Bir başka rivayette ise Cebrail'in sürüklediği bir merdivenin basamaklarını tırma-
nan Muhammed göğün kapısına dek çıkar. Allah'ın huzuruna gelir ve kendisinin di-
ğer tüm peygamberlerden önce seçildiğini ve "Allah'ın dostu" {veliyullah} olduğunu
bizzat onun ağzından öğrenir. Allah ona Kuran'ı ve bazı batıni bilgileri verir, Mu-
hammed'in bunları müminlere aktarmaması gerekmektedir.
Muhammed'den göğe çıkarak ve aşağı bir
Kutsal Kitap indirerek peygamberliğinin gerçekliğini kanıtlaması istenmektedir.
Başka bir deyişle, Muhammed'den Musa'nın, Daniel'in, Hanok'un, Mani'nin ve göğe
çıkıp Allah'la karşılaştıktan sonra, tanrısal vahyi içeren Kitap'ı doğrudan onun elin-
den alan diğer elçilerin verdiği örneğe uyması beklenmektedir. Bu senaryo ne
Rabbani Yahudiliğe, ne Yahudi apokaliptiğine ne de Samiriyelilere, Gnostiklere ve
Sabiilere yabancıdır. Kökenleri efsanevi Mezopotamya kralı Emmenduraki'ye dek
uzanır ve kraliyet ideolojisiyle uyumludur.
Sünnilerle
(sünnete bağlılar) Şiiler (ilk "gerçek" halife olarak Ali'yi kabul edenler) arasındaki
kopuşun ardından, ümmetin birliği yok olmuştu. Ayrıca "çok erken bir dönemden
başlayarak, [lslam] şaşırtıcı bir mezhep ya da fıkıh okulu bolluğuyla bölündü. Bun-
lar çoğunlukla birbirleriyle mücadele ettiler, hatta kimi zaman karşılıklı olarak bir-
birlerini suçladılar; çünkü her biri vahyedilmiş hakikate yalnızca kendisinin sahip
olduğunu ileri sürüyordu. Bunların pek çoğu tarih içinde kayboldu ve hala yeni yok
oluşlar beklenebilir; ama pek çoğu da (genellikle de en eskileri) günümüze dek dik-
kat çekici bir canlılıkla süregeldi ve atalarının miras bıraktığı inançlar ve düşünce-
leri payını yeni katkılarla zenginleştirmeyi sürdürmeye kararlı bir biçimde ayakta
kaldı
Tengri sözcüğü tanrısal olanı ifaçle etmek için kullanılır. Ona, ulu gök tanrı ola-
rak MÖ II. yüzyılda Hiung-nu'larda {Şyunğ-nu} rastlanır. Metinler onu "ulu" (üze),
"ak ve göksel" {"mavi"} (kök), ezeli ve ebedi (möngke) {mengü} olarak tanıtır ve çok
"güç"lüdür (küç).4 Orhun yazıtlarından birinde {Kül Tigin Yazıtı} (VII.-VIII. yüzyıl)
şöyle denmiştir: {"üze kök tengri asra yağız yir qılınduqda ikin ara kişi ağlı qılınmış")
"Üstte Kök Tengri {Mavi Gök} altta Yağız Yer yaratıldığında, ikisinin arasında in-
sanoğlu yaratılmış."5 Göğün ve Yerin ayrılması kozmogonik bir sonuç olarak yo-
rumlanabilir. Mimarı Tengri olan gerçek anlamda bir kozmogoniye yönelik imalara
rastlanmaktadır yalnızca. Ama Altay Tatarları ve Yakutlar tanrılarını "yaratıcı" ola-
rak niteler. Buryatlara göre tanrılar (tengri) insanı yaratmış, insan da kötü ruhlar
yeryüzüne hastalık ve ölümü yayıncaya dek mutlu yaşamıştır.6