Diyalektik Materyalizm

Henri Lefebvre

Quotes

See All
Marx şöyle ya­zıyordu: “işçi ne kadar emek harcayıp üretim yaparsa, kendi karşı­sında yarattığı yabancı şeyler dünyası o kadar güçlü ve kendi iç dün­yası o kadar yoksul hale gelir... Emek işçinin dışındadır; emeğiyle kendisini ortaya koymak yerine, kendisini yadsır ve mutsuz kılar...Yalnızca emek süreci dışında kendisi olur; dolayısıyla emeği bir ih­tiyacın tatmini değil, kendisi dışındaki ihtiyaçları tatmin etmenin aracıdır... İşçinin etkinliği öz-etkinlik olmaktan çıkar. Başkasına ait­tir, kendini kaybetme halidir. Sonuçta, çalışan insan kendisini ancak hayvani fonksiyonları içinde özgür hisseder: Yemek, içmek, üremek gibi. İnsani fonksiyonlannı gerçekleştirirken de kendisini hayvan gi­bi hisseder.Şüphesiz yemek, içmek ve üremek de gerçek birer insani İşlevdir. Ama onları etkinliğin diğer alanlanndan koparan ve bi­rer amaç haline getiren bir soyutlama içerisinde, hayvani hale gelir­ler... Söz konusu olan, işçiyle kendisine yabancı hale gelen etkinliği arasındaki ilişkidir.” (Ekonomi ve Felsefe Elyazmalan, s. 85 vd)
Sayfa 117Kitabı okudu
Fenomenolojiye göre, insanın kendiyle ve insan türüyle ilişki kurması, kendini gerçekleştirmesi, ancak bütün insanlığın faaliyeti sayesinde mümkün olabilir ve ancak insanlığın bütün tarihinin sonucu olabilir.
Reklam
Hiçlik düşüncesi, evrenin sonsuz üretkenliğinin soyut bir tasarımından ibarettir. Varlık veya hiçliği, nitelik veya niceliği, neden veya sonucu mutlaklaştırmak demek, hareketi inkar etmek demektir.
Tarih boyunca insan kendisini bir anlamda doğadan soyutlar, ama böylelikle doğayla daha derin bir ilişki, daha yüksek bir birlik kurar. İnsan doğaya ait sınırlı bir varlıktır; ama bir bütünmüş gibi davranır, etkin bir özne haline gelir, kendini konsolide etmeye ve yüceltmeye uğraşan kendiliğinden Yaşam olmaya girişir -kendisine sınırsız olanaklar açan sınırlı bir varlık olur- insan kendisini daha üst bir varoluş düzeyine taşımaya ve başlangıç noktasını aşmaya kadirdir. İnsan, durmadan başlangıç noktasına geri dönüp onu gittikçe daha yüksek bir düzeye çıkaran bir harekettir; kendi oluşunu içinde taşıyan ve adım adım hâkimiyet altına alan bir varlıktır. Sınırlılığı ve soyutluğu giderek bir güce dönüşür; insanın en sınırlı yönü -soyut anlak, yani nesneleri ve anları, araçları ve kavramları ayırarak sabitleme kapasitesi-, tam da bu artan gücün dayanağı haline gelir. İnsanın bilinci, hem insanın şeyler üzerindeki gücünü hem de sınırlılığını ifade eder; çünkü bu bilinç ancak ve ancak, soyutlama ve mantık dolayımıyla ve de doğaya yabancı olan teorik insanın zihninde ortaya çıkar. Dolayısıyla bilinç insanın hem sınırlılığının hem de sınırsızlığının ifadesidir. İşte insanın iç çelişkisi budur ve bu çelişki insanı sürekli derinleşmeye ve kendini aşmaya zorlar, insanın dramı ve ıstırabı kadar görkemi de buradadır. Sınırlılığın içinden insan, belirlenmiş, insani bir sınırsızlık çıkartır; bu sınırsızlık doğal varoluşun belirlenmemişliğini kuşatır, özgürleştirir ve aşar. Bu belirlenmiş sınırsızlığa, insan gücü, bilgi, eylem, aşk, Tin, ya da kısaca insani olan denebilir.
Canlı birey, aslında kendi güçleri olan, kendi nesnel içeriği olan dış güçlerle karşı karşıya ge­lir. Bunların dışsallığını aşarak, bunlan entegre ederek, kendi tam gelişimini gerçekleştirir. Zenginlik ve yoksunluk -dinî bir bilinç ve kötü bir dünyevi bilinç, soyut kültür ve kültür yoksunluğu, devlet ve fiili baskı- geçmişte ve günümüzde insani gerçekliği parçalayan temel çelişkilerdir.
Reklam
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.