Her ne kadar bu eseri bitirsem de bu, ülkede olan mevcut olaylardan dolayı ileri gelen üzüntümü geçirmedi. "Kitaplara sığınıyorum" derim insanlara ama bu sefer sığınmak da işe yaramadı. İçimde sürekli bir acı, ölen "insanların" acısı. Bu acı geçecek gibi değil. Bakalım üzüntüm inceleme yapınca geçecek mi? Nurullah Ataç'ın okuduğum ilk eseri olmakla beraber bu eser iki adet deneme dizisinin birleşmesinden oluşuyor: "Diyelim" ve "Söz Arasında". Nurullah Ataç'ı sevdim aslına bakarsanız. Öz Türkçeyi savunması olsun görüşleri olsun kendisine bir yakınlık duymamı sağladı. Ataç edebiyat yapmak istemez aslında denemelerinde. Yani denemelerini "beğenilsin, güzel olsun" amacıyla yazmaz. Kendi ifadesi ile "kendinceliğine ulaşmak" için yazar. Nedir bu kendincelik? Yazarın tüm yönlerini ortaya koymasıdır. Övgüleri kabul edebildiği gibi yergileri de kabul edebilmelidir yazar. Kitabın arka kapağında bahsedildiği gibi "kirli çamaşırlarını bile ortaya döker". "Bence" ifadelerini çok kullanır. Söylediklerini genelgeçer bir doğru kabul etmez çünkü. İddialı ama aynı zamanda da anlayışlı ve hatalarını kabul etme yetisine sahiptir. Bu gibi "kendincelikler" Ataç'ta bolca var. O yüzden yazıları deneme gibi değil de kelimelerin bir insanın ağzından akması gibi geliyor. Ataç okuyacaklar, Ataç'ın tarzını mutlaka sevecek ve ona daha ilk paragraftan ısınacaklardır. Hayır, üzüntüm geçmedi... Geçmiyor.