Hayatının 18 yılını doğa ile iç içe yaşamış ve çobanlık yaptığım dönemde günde ortalama 5-6 saatini doğada çam, meşe ormanları ve bozkırlarda geçirmiş birisi olarak söyleyebilirim ki, tabiat tüm güzellikleriyle insanı maneviyata çağıran bir ortama sahip. Şehirlerde bireyin tabiatı hissedip düşünmesi ve tabiat kaynaklı maneviyatı yaşaması için üzerine kâbus gibi çöken binalardan, debdebeli kent yaşamından kurtulması ve manevi hisler için daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor.
Ayetlerden yola çıkarak İslâm'ın doğal çevreye ve doğal çevrenin olanak ve nimetlerine bakış açısını şu şekilde özetleyebiliriz. ALLÂH doğal çevreyi insanlar kullansınlar diye yaratmıştır. İnsanlar ihtiyacını giderir ve başkalarına da ikram eder. Nimet vereni hatırlar, şükrün yerine getirir. Tabiattaki kaynakları hoyratça kullanıp israf ve savurganlık etmez. Emanet bilinciyle tabiattaki tüm güzellikleri ve doğal kaynakları korur, kollar ve gelecek nesillerin de bu bilinçle yetişmesine katkıda bulunur.
Geçmişte belki de cömertliğin ve paylaşmanın bir göstergesi olarak insanlar bir sofraya konan yemekleri hep birlikte paylaşarak yemeyi âdet edinmiştir. Günümüzün tüketim kültüründe bu açık sofra uygulaması, biçim değiştirerek açık büfe sunum şeklini almış ve tüketim kültürünün önemli unsurlarından biri hâline gelmiştir. Günümüzde otellerde, kahvaltıcılarda açık büfe uygulaması yapılmakta ve insanlar ihtiyacının çok ötesinde yiyeceği âdeta döke saça tüketmektedir. Yiyeceğinden fazla alınan ya da tek öğün için hazırlanan yemekler çöpe gitmekte ve israf edilmektedir. Sadece bu uygulamaya, lükse son vermekle insanoğlu tabiattaki kaynakların korunması açısından önemli katkı sağlayabilecektir.