Doğu Batı-Makaleler 1 sözleri ve alıntılarını, Doğu Batı-Makaleler 1 kitap alıntılarını, Doğu Batı-Makaleler 1 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bir ülke düşünün ki, her alanda her eline kalem geçiren, ilim adamı süsüyle konuşuyor, yazıyor ve ahkam kesiyor. İhtisası olmayan kitle, sağ akçayı sahtesinden nasıl ayırsın ?
Balkanlar'da Müslüman olmak, Türk olmak anlamına gelir. Gerçekte Osmanlı emperyal kültürü ve İslâm, bir Osmanlı kimliği doğurmuştur. 19. yüzyılda millî bilinç ve hareketler karşısında Tanzimatçılar bu “Osmanlılık” bilincini canlandırmaya, böylece imparatorluk birliğini kurtarmaya çalışacaklardır.
Cumhuriyet Türkiyesi'nde Osmanlı'dan devraldığımız çürümüş sistem ve alışkanlıklar süregelmiştir. Herkes, devleti soymayı, yolsuzluğu, haklı ve meşrû bir yol saymıştır.
Köprülü, Âşık Edebiyatı hakkında şuarâ tezkirelerinde hiçbir kayda rastlanmadığını işaretle, “koyu bir Acem mâneviyeti iktisâb eden” sanatkârlar, “halkın zevkini, rağbetini, temâyülünü” düşünemezlerdi diyerek saray ve halk arasında derin kültür ayrılığını vurgular.
Atatürk üzerinde şimdiye kadar yazılan eserlerin en çok eleştiriye açık tarafı, tarihî koşulların ve aşamaların göz önünde tutulmamasıdır. 1920'de TBMM'de Fahrî Yâver-i Pâdişâhî unvanıyla söylediği sözlerle 1924'te hilâfetin kaldırılması dolayısıyla söyledikleri arasında, tabii çelişkiler bulunacaktır. Bundan başka, Mustafa Kemal'in belli bir tarihte, belli bir amaçla uyguladığı siyasî strateji göz önüne alınmaksızın o dönem anlaşılamaz. Atatürk, yalnız büyük bir askerî
stratejist değil, aynı zamanda usta bir siyaset stratejistidir. “Vatanı kurtarma”, “Milletin bağımsızlığını sağlama", "Milletin kayıtsız şart-
siz egemenliğini sağlama”, “Türk milletini çağdaş medeniyet düzeyine ulaştırma” uğrunda yaptığı siyasî mücadeleler, aynı zamanda bir iktidar mücadelesi niteliğindedir. Onun, tam iktidarı elinde tutmak, bu iktidara meşrûluk kazandırmak için en uygun söylemleri seçen, siyasî manevralar yapan usta bir siyasetçi olduğunu unutmamak gerekir. Mustafa Kemal, son kertede, gayelerine ulaşmak için tehdide başvurmaktan da çekinmezdi.
son yirmi yıl içinde etnik bir bilinçlenme, bölünmezliğimizi sarsmakta, ayrılıkçılar propagandayla öbür etnik grupları açıkça kışkırtmakta. Ancak Olağanüstü Hal Kanunları ve binlerce gencin kanıyla birliğimizi sürdürebildik. Tüm yasaklamalara rağmen ayrılıkçı hareket durmuyor, sinmiyor; gazeteleri ve radyolarıyla öbür etnik grupları, sosyal bakımdan nasipsiz kitleleri bilinçlendirme ve yanına katma çabasındadır. /2002
Velâyetnâme’ye göre Otman Baba, devrinde kâinatın ekseni kutb, bu ve öteki dünyada olacak şeyleri belirleyen tek güç olduğundan, Fâtih'in tüm zaferlerinden sorumlu sayılmıştır. Fâtih, tabii böyle bir iddiaya yabancıdır. Biliyoruz ki, İstanbul Fâtihi, Mısır Memlûk sultanına yazdığı fetihnâmede, devrinin en ileri gâzî sultanı olduğunu yazmış, sonraları İslâm'ın “gazâ kılıcınin” kendi elinde olduğunu ilân etmiştir. İstanbul'un fethinden sonra Akşemseddin, fethin evliyânın eseri olduğunu söylediği zaman Fâtih, bu şehir kılıcımla alınmıştır, yanıtını vermiştir.
Bir ülke düşünün ki, her alanda her eline kalem geçiren, ilim adamı süsüyle konuşuyor, yazıyor ve ahkam kesiyor. İhtisası olmayan kitle, sağ akçayı sahtesinden nasıl ayırsın ?
İslâmcı politikacıların halk psikolojisini iyi anladıklarını, bunun için demokrasi kahramanı olarak ortaya çıktıklarını, yazık ki, öbür politikacılar anlayamamaktadırlar. Ecevit, Kastamonu'da bir konuşmasında şapka reformundan söz ederken diyor ki: “Halk arasında tek kişi şapkalı değildir. Hepsi kasketlidir. Köyde Türk kadını tesettür yanlısı değildir”. Ecevit'e göre fırsatçılar, halkın yoksulluğunu devrimlere atfederler ve devrimlerin karşısına çıkarlar. Halk devrimlere ilgisizdir, çünkü hâlâ “altyapı” reformları yapılmamıştır.
Türkiye bir çıkmaz karşısındadır. Kendi kendimizi kandırmaktan vazgeçip kökten ciddi reformlar ve kararlar almak zorundayız. Her şeyden önce siyasî partiler, halkın oyunu kapmak için modası geçmiş popülist politikalardan vazgeçmek zorundadır.
İstanbul sarayına getirilen ve sonraları İtalya’ya kaçarak anılarını yazan Gian-Maria Angiolello’nın anlattığına göre, Sultan o dervişten hoşlanmıyordu, onun Çarşı’da fetihlerini anlatıp övmesini yasaklamıştı. Resim bittiği zaman Sultan, Bellini’nin bu derviş hakkındaki fikrini sordu. Israrı üzerine Bellini, gerçek fikrini ifade ile dedi ki, “bu bir divâne olmalı”. Sultan ekledi, “ben böyle bir deli tarafından methedilmek istemem”. Bellini yanıt verdi, “Öyleyse neden onu başşeyhiniz yapmıyorsunuz?”. Bunun üzerine Sultan, Bellini'nin dediğini yerine getirdi. Bu ilginç görüşmeden şu sonucu çıkarmak mümkün görünür: Fâtih dervişlere samimi olarak saygı duyduğu için değil, herhalde pratik siyasî düşüncelerle iltifatta bulunmuştur. Genç Fâtih’in Akşemseddin'le olan ilişkilerini de burada anımsamak yararlıdır. İstanbul'un fethinde evliyânın rolünü belirten şeyhe karşı Fâtih, onun fazlasıyla öne çıkmasına izin vermemiş ve sonunda Ak Şeyh, vatanı Göynük'e gidip inzivâya çekilmiştir. Bellini'nin resmini çizdiği derviş herhalde bizim Otman Baba olamaz; çünkü Velâyetnâme’ye göre, Otman 8 Recep 883/5 Ekim 1478'de ölmüştür.
İslâm hukuk tarihinde örfün ehemmiyet kazanarak yeni bir devir açması Müslüman-Türk devletlerinin kuruluşu ile aynı zamana rastlar. İslâm devletinin dinî-siyasî ümmet telâkkisi karşısında, Türk-Müslüman devletlerinde, devlet, her çeşit otorite ötesinde siyasî ve icraî bir kavram olarak mutlak ve üstün bir nitelik kazandı, yalnız devletin ihtiyaçlarını göz önünde tutan bir örfî hukuk galebe çaldı. Bu gelişme, klasik hilâfet mefhumunu bile yeni bir şekle dönüştürdü. Ráhať’us-Sudúr’daki (yazılışı 1203) meşhur parça der ki, “İmamın vazifesi hutbe ve dua ile meşgul olmak... Padişahlığı (hâkimiyeti) sultanlara havale etmek ve dünyevî saltanatı onların eline bırakmaktır”.
“İslam dinine en fazla riâyetkâr sayılan Türk hükümdarları bile, devlet otoritesini her şeyin fevkinde tutmuşlardır”(Fuad Köprülü).
Tarihte daha önce Helenistik çağda veya imparatorluk çağında olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu, sınırları içinde bir araya getirdiği yirmi-otuz etnik grubu, ticaret, askerlik, genel bir Kanûn-i Osmânî çerçevesinde birbirine katmış; bir kültürleşme çevresi yaratarak benzerlikler ve ortak davranışlar sağlamıştır. Bir Yeniçerinin Hatıraları'nı, “seyyâh-i âlem” Evliya Çelebi'yi ya da Eremya Çelebi'yi okuduğumuzda, bir “Osmanlı kültür potası”ndan söz etmenin mümkün olduğu ortaya çıkar. Macaristan'dan Yemen'e, Adriyatik’ten Kafkaslara kadar “Osmanlı kültürü”nün damgasına tanıklık edebilirsiniz.