"Orada uyku hazretlerinin avdet etmesini beklerken, vakit geçirmek için televizyonu açıyordum. Televizyon, mutluluktan geberen aile bireylerinin suretleriyle dolu bir fotoğraf albümüne benziyordu. Yüzlerinde aptallığın her türlü emaresini taşıyan şen şakrak insanlar, mütemadiyen halay çekip çiftetelli oynuyor, evlenmek üzere tanışıyor, çocuk yapmak üzere zifaf odasına giriyor (bu programda sunucular, kapının ardında bekleyip, içeriden çıkan kanlı çarşafı ekrana tutmaktan, yeni doğan bebeğin adını kulağına üç defa fısıldamaya kadar üstlerine düşen dünürlük vazifelerini ihtimamla yerine getiriyorlardı), pop yıldızı olmak üzere şarkı yarışmalarına katılıyor, ıssız adalarda birbirlerini yiyor, pahalı arabalara binip kalori sorununu sonsuza dek çözen margarinler tüketiyorlardı. Haberler genellikle gayri safi milli hasılanın her şey demek olmadığı, bizim bizden başka dostumuz bulunmadığı, içte ve dışta anbean artan düşmanlara karşı tek yumruk olup kenetlenmemiz gerektiği fikirleri üzerine inşa ediliyordu. Neredeyse günaşırı ve herhalde bu yüzden de pek sıradanmış gibi yalapşap verilen suikast ve bombalama havadisleri de her defasında, teröristlerin nasıl ele geçirildiği ve bu şehit cenneti vatanı kimsenin bölemeyeceği üzerine yapılan şehvetli bir başbüyük konuşmasıyla nihayete eriyordu."
"Galiba sahiden de her şeyin çoğu zarar. Günlerin bile. Daha az yaşasak ve bunu en başından bilsek, daha mutlu oluruz belki. Peki ama ideal ömür ne kadar? Yetmiş sene fazla mı mesela? On mu tercih ederdik tadını layıkıyla çıkarabilmek için? Ya da yüz bile yetmez mi? Bilemiyorum, belki de ömrün kıymetini bilme sanatında herkes benim kadar kaltaban değildir. Kimileri adını mutluluk, huzur filan koydukları bir şeye teşnedir mesela. Kimileri de ben garip gibi adını dahi koyamadıkları musibet hisler batağına müptela. İnsan sadece sigara, tiner yahut hap tiryakisi olmuyor ki. Mutsuzluk da bir iptila, yalnızlıktan geberecek gibi hissetmek ya da suçluluk da. Hayat bu, insanın başına her şey gelebilir. Hangimizin ruhunun neye yapışıp çürüyeceğini kim bilebilir?"