Kitap, dokunmayı yalnızca fiziksel bir uyarım olarak değil, aynı zamanda duygusal regülasyon, benlik algısı ve travma işleme süreçlerinde kilit bir araç olarak ele alıyor. Özellikle erken çocuklukta temasın eksikliğiyle ortaya çıkan gelişimsel aksaklıkları anlatırken, dokunmanın bir “ihtiyaç” değil, bir hayatta kalma mekanizması olduğunu görüyorsunuz.
Belki de en düşündürücü kısım, dokunma eksikliğinin yalnızlık, depresyon ve hatta bağışıklık sistemi üzerindeki etkilerini açıklayan bölümler. Bu noktada kitap, sadece nöropsikolojik bir analiz değil, toplumsal bir eleştiri haline geliyor: İnsanlar arasında görünmez bir mesafe var ve bu mesafe sadece fiziksel değil, ruhsal da.
Kitap, dokunmanın doğrudan parasempatik sinir sistemini (özellikle vagus sinirini) aktive ettiğini bilimsel olarak ortaya koyar. Bu, şu anlama gelir:
Dokunma sayesinde beden gevşer, nefes yavaşlar, kalp ritmi düşer ve kişi kendini daha güvende hisseder.
Grunwald’a göre, dokunma yoksunluğu, özellikle erken çocuklukta, benlik gelişimini bozan bir faktördür. Bebeklik döneminde yeterince temas görmemiş bireylerde bağlanma problemleri, özdeğer eksikliği ve kronik yalnızlık daha sık görülür.