Her şeyden önce romanın geneline yayılan, memnuniyet veren ince bir mizahdan bahsetmeliyim. Yazardan okuduğum ikinci kitap. Ilkinde bu özellik var mıydı hatırlamıyorum. Hep tebessüm ettiren ama kahkaha attırmayan, zihne, gönle hoşluk veren bir mizah söz konusu olan.
Gamze, annesinin önce onları terk edişi, ardından ölümü ile emekli öğretmen babasıyla yaşayan, üniversiteden mezun olmak üzere olan roman kahramanı. Babası, İlhan Sami Bey, Köy Enstitüsü mezunu emekli öğretmen, müşkülpesent, milliyetçi, cimri, geçmişte yaşayan, çekilmez bir adam. Ve bence romanın ikinci güçlü yanı da bu karakter. Öyle iyi aktarılmış ki; sanki kanlı canlı karşınızda. Gamze İlhan Sami kadar derin değil ama. İlhan Sami Bey'in anne ve babasi, mübadele zamanı Girit'den Türkiye'ye gelmiş, kayıp amcayla ilgili acıklı bir hikaye var. Babasından bunalan Gamze'nin, üniversitede değişim programıyla Istanbul'a gelen Yunanlı Stavros'a aşık olması, hikayenin kırılım noktası. Zeytinburnu'ndaki boğucu hayattan çıkıp, Stavros'un ardından Yunanistan'a, hem de Girit'e gitmesiyle bir yanıyla romanı polisiye yapan sürprizli, gizemli olaylar arka arkaya geliyor. Kuşak çatışmasının yanı sıra, mübadelenin insanlar üzerindeki etkisi, Türkler ve Yunanlılar arasındaki çatışmalar üzerinden milliyetçilik ve Kazancakis'in adası Girit'in doğasına (ama insanına değil) güzelleme de romanın çatısını oluşturuyor.
Romanlarda okuduğum en sürpriz sonlardan biriydi, sürpriz olduğunu hiç çaktırmadan en son cümleyle şaşkınlık yarattı.