"Ölüm gerçekten de sıradan ve normal bir şeydi de acaba biz mi abarttık onu, olağanüstü bir hale getirdik? Ölüyor işte insanlar, bolca hem de. Halep'te öğlen patlayan bomba aynı saatlerde Sidney'de akşam yemeği için restoranlarda toplaşan Avusturalya ahalisinde aynı etkiyi yapmamış gibi duruyor zaten. Toronto'da işe gitmek için koşturan Kanada halkının henüz haberi bile yok. Birazdan haberleri olacak ama çoğu okumaya bile değer bulmayacak bu 'olağan' patlamayı."( SEHER/SELAHATTİN DEMİRTAŞ)
Norveçli bir yazarın kitabının altına, Demirtaş'tan alıntı yapacağım benim de aklıma gelmezdi. Ama hayat tesadüflerle dolu. İki farklı coğrafyanın ve birbirinden oldukça farklı kültürlerin insanı iki yazar ama aynı fikirde birbirinden habersiz kesişiyorlar:
"Sesini kıstığımız televizyonda bombalar Fırat'ın ya da Dicle'nin ya da her ikisinin birden üzerine yağarken küveti banyoda nereye yerleştireceğimizi çizdik, iki küvetin eksileriyle artılarını listeler halinde yazdık." diyor Erlend Loe kahramanı Doppler'ın sesiyle ve adeta alıntıladığım sayfanın tamamında Demirtaş'ın satırlarının bir sağlamasını yapıyor.
Doppler, antihümanist bir antikahraman. Çoğunluğun tiranlığının- yani toplumun- karşısında, Platon'un mağarasından çıktığına pişman olmuş ve tekrar o eski haline dönmek isteyen kişidir. Onu, yaşatacak tek yer ise medeniyet çitlerinin dışındaki ormandır. Kaderini kendi tayin edecektir ve buna kararlıdır.
Hayli mizahi diliyle sizi hem güldürecek hem felsefe tarihinin büyük cümlelerini hatırlatacak.
İlk mülkiyet çitinin çevrilmesinden şu ana kadar düşünecek ve tartışacak çok şey var nasıl olsa.