Dorian Gray, saf güzelliğin kaynağıydı. Kendinin bile farkında olmadığı bu güzellik; dünya hayatının törpüleyip şekil veremediği saf duygularından gençlik ateşinden geliyordu. Bu anadan üryan duygular işlenmemiş altın değerindeydi Basil Hallward gibi güzellik tutkunu bir ressam için.
Basil, yaptığı portreyle Dorian’ı içindeki saf iyi ve güzelle tanıştırdı. Kendinde iyiye dair ne varsa gören Dorian bununla yüzleşti ve aşık oldu kendine , kibire kapıldı.
Dorian’ı saf kötülük ve bencilliğiyle tanıştıran ise Lord Henry oldu. Dorian Gray, duygularına iskonto yapamayacak kadar genç ve toydu.
Duygularının yoğunluğu, aşkıyla önce Sibyl Vane’i kopardı bu hayattan.
Yıllar sonra yaptığı her kötülükle istediği gibi hep taze ve genç kalan yüzü ile portrede gözünün önünde ölen ruhuna şahit oldu.
Suçlu Basildi. Ölmesi gerekiyordu. Öldürdü. Yaşattığı bütün kötülük öylece karşısında portrede duruyordu.
Aldığı bıçağı portredeki aksinin kalbine sapladı. Ölen ruhuna bedeni de eşlik etti ve sonunda kendini de kopardı bu hayattan.
YORUMUM;
Kitap gerçekten sanat kokuyor buram buram ve muhteşemdi gerçekten. İyi ki okudum dediğim bir eser oldu, filmini de yakın zamanda izlemek istiyorum. Hikayenin yanında Oscar Wilde’nin Lord Henry üzerinden kadın/erkek ilişkileri üzerine incelemelerini okumak da çok zevkliydi. Çoğunu gerçekçi buldum. Kesinlikle tavsiye ederim.