Ona efsanelerden bahsettim ve hemen bir tür vaaza girişti. Hatırlamalı ve yazmalıyım:
"Hepsi baştan sona ahmakça; işte bu, başka bir şey değil. Bütün bu lanetler, hayaletler, öcüler, ölüm habercileri, ifritler ve onlarla ilgili her şey, yalnızca çocukları ve yarım akıllı kadınları çığlık çığlığa bağırtmak için uydurulmuş şeyler. Sabun köpüğü o kadar! Bütün o korkunçluklar, işaretler ve uyarılar, hepsi papazlar, kötücül mürekkep yalamışlar ve demiryolu çığırtkanları tarafından, insanların aklı yerinden oynasın, aksi halde yapmadıkları şeyleri yapsınlar diye uyduruluyor. Düşününce sinirlerim tepeme çıkıyor. Sanki gazetelere yalanlar basmaları ve vaaz verirken yalan söylemeleri yetmiyormuş gibi, bir de onları mezartaşlarına işliyorlar. İstediğin yere bak; şu taşların hepsi, gururla başlarını kaldırmış gibi dimdik duruyorlar ya, aslında üzerlerine yazılı yalanların ağırlığı ile devriliveriyorlar. 'Burada bilmemkimin bedeni yatıyor' ya da, 'Bilmemkimin kutsal anısına' yazıyor hepsinde, ama yarısının altında hiç kimse yok ve bırak kutsal olmasını, kimsenin anısına kimse aldırmıyor! Hepsi yalan, öyle ya da böyle, yalan, o kadar! Kıyamet Günü'nde, ne kadar iyi insanlar olduklarını kanıtlamak için mezartaşlarını sürükleyerek geldikleri zaman, amma da şamata çıkacak; denizin dibinde yatıp durmaktan elleri kayganlaşmış, taşlarını tutamayacaklar bile."