Zaman zaman annemle babama sormak istemişimdir: "Niçin, bana öylesine gri bir çocukluk yaşattınız?" Hiç soramadım. Ve artık sormak istemiyorum, çünkü yanıtı biliyorum. Çocukluğumuzda neye hasret kalmışsak, çocuklarımıza onu vermek isteriz.
Yirmi dört saati alışılageldiği gibi tamamlayabilmenin her şeyin yerini tutması, korunak, sığınak, amaç, tutunacak dal olabilmesi, çılgınlık değil de nedir?
Anımsama tuhaftır; yaşanmış gerçekliği çarpıtır; tıpkı sarhoşluk gibi… Geçip gitmiş gerçekliğin bazen bir yanını karanlıkta bırakır, bazen ötekini. Bazen başka bir bölümünü iyice berraklaştırır, anımsadığımız andaki duyarlılıklarımıza, düşüncelerimize göre...
Ve kadınlar oyunlarını kendileri yazmazlar, onlar için önceden yazılmış rollere karşı çıkarlar. Ve yaşam boyu başkalarının kararlaştırdığı rolleri sürdürürler.
Gençlik ve sevdayı unutmuştum. İkisinin de ne denli saltık ve kısa süreli olduğunu... Tıpkı bir patlayıp bir yok olan bahar gibi... Topraktaki tohumları çıtırdatan, damardaki kanı fokurdatan bahar... Bir gündoğumu dalları çiçeğe boğan, bir öğle sonu rüzgârında tüm çiçeklerin dökülüverdiği bahar...