Kuşaklar kayboluveriyor bu ülkede. Cumhuriyet'in genç kuşakları, annemin babamın yaşdaşları, 47'liler ve diğerleri. Her yeni kuşak, her şeye en baştan başlıyor. Sürekli genç kalan bir ülke yaşıyor sayılabilir mi? Gençlerine büyüme şansı tanımayan bir yer... Bir arkadaşım var, oğlu idam bekliyor. Benim oğlum olabilirdi, o ananın yerinde ben olabilirdim.. Böyle bir acıya nasıl dayanılır? Acılara alışamadım. Hep bir şeyler yitti gitti, insanlar,çabalar,umutlar... Ve aşklar... Görkemli bir avize gibi yaşamı aydınlığa boğan aşklar, dibini ısıtmayan cılız mumlara döndü... Yüreğim karanlık... Yüreğim şaşkın... Yerim neresi? Bilmiyorum. Ben kimim? Yaşadıklarımı ben mi seçtim? Yoksa yaşantılar mı beni seçti?
Zaman zaman annemle babama sormak istemişimdir: "Niçin, bana öylesine gri bir çocukluk yaşattınız?" Hiç soramadım. Ve artık sormak istemiyorum, çünkü yanıtı biliyorum. Çocukluğumuzda neye hasret kalmışsak, çocuklarımıza onu vermek isteriz.
Yirmi dört saati alışılageldiği gibi tamamlayabilmenin her şeyin yerini tutması, korunak, sığınak, amaç, tutunacak dal olabilmesi, çılgınlık değil de nedir?
Hayatın en yaşanılası bölümü ardında kalmadıysa, neredeydi? Hâlâ önünde mi? Belki... Belki de hayatın en yaşanılası deneyimi onu atlayıp geçmişti. Belki böyle bir şey yoktu. En büyük yanılsama buydu...