Marıo Vargas Llosa seven bir okur olmama karşın, en başta 856 sayfalık kitap beni ürküttü. Fiziksel olarak da. Bu kadar kalın bir kitabı okumak, sayfalarını çevirmek bile pek kolay değil. En başta konuya girmek biraz zor oldu sık sık Tolstoy'un Savaş ve Barış kitabını anımsadım, onda da uzun savaş tasvirleri okumayı güçleştiriyordu. Ancak ilerledikçe 19. yüzyıl Brezilya'sında Canudos savaşını anlatan bu romanın epik bir başyapıt olduğunu görüyorsunuz. Parayı tanımayan, özel mülkiyeti günah kabul eden, vergi ödemeyen, evlilik kurumunu reddeden bir Vaiz önderliğindeki müminler topluluğunun gerçek hikayesine dayanıyor. Dilencilerin, hayat kadınlarının, haydutların, lanetlilerin, dışlanmışların biraraya geldiği Canudos bir tür dinsel komün gibi. Bu grup içindeki insanların hikayeleri, dini inancın "toplum kurbanlarını ataletlerinden çekip çıkarmaya ve onları devrimci bir eyleme itelemeye yarayabileceğine" inanan bir devrimci ve onları yok etmek için mücadele eden cumhuriyetçi ordu cephesinden insan hikayeleriyle içiçe geçiyor. Sonunda, Canudos'ta 30 bin kişi vahşiçe katlediliyor. Ve toplum onları görmek istemiyor, tersine unutmak istiyor. Zaten zamanın gazetecileri de Canudos'ta "Sadece görmeye gittiklerini gördüler." Yazarın dediği gibi, "Canudos bir hikaye değil, bir hikayeler ağacı!" Süleyman Doğru'nun titiz, sabırlı çevirisinin ödül kazandığını eklemeden olmaz.