Yazmayı bırakıp dışarı çıktım. Bir paket hazırladım. Ona bir hediye: bir şiir kitabı, Sheila Chanda'nın bir CD'si, onunla beraber aldığımız tütsüler ve küçük bir dünya haritası. Haritaya küçük bir not yapıştırdım: "seç bir yer ve oraya gidelim."
"Küçükken dedem tanrının uyumamız için yeryüzü ile gökyüzü arasına bir battaniye serdiğini ve yıldızlarında o battaniye içinden gözüken ışıklar olduğunu söylerdi."
Toprağın ve gökyüzünün doğal ritmini izlemekten delicesine hoşlanıyordum. Hiçbir şeyim yoktu, mobilyam bile. Ama kendimi dopdolu hissediyordum, içim dayalı döşeliydi.
Dürüst ol, sakın bana aynı şeyleri yapmaktan, her zaman aynı yerlere gidip aynı insanları görmekten sıkılmadığını söyleme. Hiç içinden hayatın çok daha fazla anlam yüklü olduğu geçmiyor mu?