Mehmet, "Peki bütün bu koca âlimler birbirlerini yalanlamıyorlar mı? Bir kısmının şimdi cennette bir kısmının cehennemde olması gerekmez mi?" diye sordu.
"Hayır, Mehmet; aksine tamamlıyorlar. Onların her biri de kendi zamanları dairesinde değerlendirilmeli," diye devam etti Molla Gürani. "Efendimizin ardından İslam'ın sınırları Roma ve Latin kültürüyle komşu olunca, İslam âlimleri Yunan felsefesiyle karşı karşıya geldiler. Farabi ve İbn-i Sina, İslam'ın bu felsefi düşünce ile herhangi bir çatışma içinde olmadığını, akıl ve mantığın Allah'ın varlığı ile çelişmediğini ispatladılar. Bunu o dereceye götürdüler ki, şu anda hâlâ Farabi'ye Frenkler "İkinci Hoca" derler, Plato'dan sonra anlamında. Fakat, bir süre sonra, Gazali işin çok ileriye gittiğini, filozofların dini anlamak için kitaba ve sünnete gerek duymadıklarını, insanın tek ihtiyacının akıl olduğunu iddia ettiklerini hissediyor. Bu yüzden de aklın tutarsızlığını kanıtlamaya, dinin özünde inanç ve metafizik olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. İbn-i Rüşt ise Gazali'nin İslam'da dogmaya yol açtığına inanarak dengeyi tekrar sağlamaya uğraşmış. Ki kendisi hem Acem hem Frenk illerinde Plato'yu en iyi anlayan kişi olarak kabul edilir."
Pek çok alimin ortak çalışmasıyla hazırlanmış kupa
Böylesi bir aleti yapabilmek ise ancak ilme adanmış imparatorluklarca gerçekleştirilebilir. En büyük alim Allah'tır, Mehmet. Ama şimdi, dedi Molla, vakit tefekkür vaktidir.
Yüreğimdeki sessizlik çadırımın dışındaki bütün uğultuları bastırıyor, etrafımdaki meşalelerden çadırıma vuran ışık bile ruhumdaki karanlığı aydınlatmaya yetmiyor.