Milenyum gürültüleri arasında, 2000 yılı da gelmişti. Yazılan kötü senaryolar pek çıkmadı. Bankalarda bilgisayarların çökeceği, bazılarına göre dünyanın sonunun geldiği gibi bir sürü mesnetsiz haberlerde geçiştirilmiş oldu.
Yıkılan evler belki yapılırdı. Kaybolan servetler belki yerine konabilirdi. Ama ailesini kaybeden bir yavrunun acısını, yavrusunu ve hatta tüm ailesini kaybeden bir ananın feryadını kim dindirebilirdi?
Sevgili memleketimin sevgili insanları, siz ne zaman insan hayatının her şeyin üzerinde olduğunu, devlet işlerinin aylık, yıllık değil, bir kaç nesli içine alacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini anlayacaksınız? Ne zaman şahsi çıkarlarınızı insanlığın geleceği uğruna feda etmesini öğreneceksiniz.
- Memleketiniz gerçekten eşsiz. Tüm dünya milletlerinin gözlerinin burada olması boşuna değil. Ama siz Türklerde bu vatan sevgisi olduğu müddetçe, bu vatan ebediyen sizin olacaktır.
İçinde neler yok ki, sınırı olmayan bir sevgi, ölçüsü olmayan bir kızgınlık, kırgınlık, hasret, hiç bir kuvvetin karşı koyamayacağı bir çekim gücü ve en sonunda da insanı delirten çaresizliğin ateşlediği müthiş bir yangın.
Her şey çıkar ve güç dengesi üzerine kurulmuştu. İnsanlar da devletlerin birer çekirdek modeli sayılırdı. Gerçek, menfaat gözetmeden yürütülen dostluklar yok denecek kadar azdı.
Amerika ise artık kendini dünyadaki tek büyük güç olarak görüyor ve dünyayı kendi menfaatleri doğrultusunda “Demokrasi götürüyorum” adı altında yönetmeye veya okyanuslar ötesinden onlar için yeni yollar çizmeye ve bu baskıyı da daha açıkça yapmaya başlamıştı. Bu yolların sonunda tamamen süslü ambalajlarla kamufle edilen ABD'nin, menfaatleri vardı.
Zaman, hızı çok fazla olan büyük bir nehir gibiydi. Önüne ne kadar set çekerseniz çekin, bir yerden muhakkak kendine bir yol bulup, kendi çizdiği yoluna devam ederdi.