Yıllar yıllar öncesinde okuyup "Adını Unutan Adam"ını şöyle böyle beğendiğim Eroğlu'nun "Düş Kırgınları" romanında maalesef umduğum yetkinlikle, derinlikle karşılaşamadım. Büsbütün kötü bir roman diyemem elbette, bazı yerleri gerçekten vurucu, gerçekten sağlam ancak insan gerçekliğinin çok yüzeyinde kalındığını düşündüm okurken sıklıkla. Sahneler, konuşmalar eğreti, yapılan çoğu tespit ve gözlem iyi düşünülmemiş, yerine oturmamış geldi bana. Hâlbuki derine inmeye, insanın içinden keskin gerçeklikler çıkarmaya gayret etmiş Eroğlu, öyle çok zorlamış ki bu tavrı, sonunda bunun yüzünden (bana göre) bir suniliğe saplanmış, hedeflediğinin tam aksine. Yapma çiçeklere benzetiyorum şimdi "Düş Kırgınları"nı; uzaktan güzel, alımlı fakat yakınlaşıp koklamak isteyince kokusu çiçek kokusu değil. Ben "Düş Kırgınları"nda insan kokusunu doya doya aldığımı söyleyemiyorum.
Belli bakımlardan benzerlikleriyle başkaca romanlar geliyor aklıma. Mesela Erhan Bener'in "Yalnızlar"ı, Kemal Bilbaşar'ın "Denizin Çağırışı", Çetin Altan'ın "Viski"si, Selim İleri'nin "Her Gece Bodrum"u... Bana kalırsa "Düş Kırgınları", aklıma hemencecik gelen bu romanların epey adım arkasında...
Yılların ardından Eroğlu'na dönmeyi, birkaç romanını peş peşe okumayı düşünüyordum fakat sanırım uzun bir süre daha uğramam Eroğlu'na. Belki de bir daha hiç uğramam. Daha iyi yazarlar var okunacak.